Prof. Dr. İsmet Sungurbey’in Aziz Hatırasına


Anayasa Mahkemesi, 7527 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu’nda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’a karşı yapılan iptal başvurusunu esastan incelemiş ve başvuruyu reddetmiştir. Gerekçeli karar henüz açıklanmamış olmakla birlikte, verilen bu karar açıkça Anayasa’ya aykırıdır ve Anayasa Mahkemesi’nin anayasal denetim görevini yerine getirmediğinin somut bir göstergesidir.

Anayasa’nın 148. maddesi, Anayasa Mahkemesi’ne yasaların hem şekil hem de esas bakımından Anayasa’ya uygunluğunu denetleme görevini verir. Bu görev, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından kabul edilen yasaların Anayasa’da tanımlanan temel ilkelere uygun olması zorunluluğuna dayanır. Mahkemenin bu görevini yerine getirirken esas alması gereken temel normlardan birisi, Anayasa’nın 13. maddesidir:

Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.

Her ne kadar hayvanlar, ne yazık ki, Anayasa’da doğrudan bir hak süjesi olarak tanımlanmamış olsa da, onların en temel hakkı olan “yaşam hakkı” tartışmasızdır. Hayvanların yaşamına duyulan saygı, Anayasa’nın 56. maddesindeki sağlıklı bir çevrede yaşama hakkı ve 17. maddesindeki manevi varlığın korunması hakkıyla da doğrudan ilişkilidir.  Kaldı ki, hayvanların da hak ehliyeti bir varsayım olarak düşünülebilir.  Nasıl ki tüzel kişiler hukuk öznesi olarak hak ehliyetine sahipseler, bu durum hayvanlar için de geçerli olabilir. Her halükarda, temelde hayvanların yaşam hakkı, acı çekmeme hakları tartışmasızdır. Nitekim Hayvan Hakları Evrensel Bildirgesi’nde, hayvanların, eziyet edilmeme hakkına, saygı görme hakkına, korunma ve bakılma hakkına sahip kılınması gereğinden söz edilmektedir.  Alman Medeni Kanunu’nda (BGB 90) ise, hayvanların hukuki konumlarının iyileştirilmesi amacıyla, hayvanların nesne olmadığı, özel yasalarca korunduğu; nesnelere ilişkin hükümlerin, hayvanlara ilişkin aksi yönde hüküm bulunmadığı durumlarda uygulanacağı hükmüne yer verilmiştir.  Benzer hüküm, mehaz kanunumuz olan İsviçre Medeni Kanunu’na yapılan eklemeyle (641a f. 2) düzenlenmiş, “hayvanlar nesne değildir” denilerek hukuki durumları güçlendirilmiştir.  Bu tür modern ve yenilikçi hukuki düzenlemelerin amacı, kuşkusuz, hayvanları eşya gibi görme anlayışını ortadan kaldırmaya yöneliktir; hayvanlar duyarlı varlıklar olmalarının yanı sıra, tıpkı insanlar gibi acı ve sevinç hislerine sahip, insanlarca korunması ve bakılması zorunlu canlılardır. Kendisi hayvan sahibi olmasa dahi, sadece etrafını, çevreyi, tabiatı, canlıları gözlemleyen bir insan yahut merhamet ve vicdan sahibi herkes hayvanların kendine özgü bu yönlerini rahatlıkla görebilmektedir. İşte bu nedenle böyle düşünenler ve hissedenler, Anayasa Mahkemesi’ne sarılmış, Yüksek Mahkeme’yi son bir umut ışığı olarak görmüş, vereceği karara sığınmıştır. 

Hal böyle iken, iptal talebine konu olan düzenlemeler, Mahkeme tarafından iptal edilmeyerek, sahipsiz hayvanların yaşamlarına belirsiz ve sübjektif sebeplerle kitlesel şekilde son verilmesinin yolu açılmış; idareye keyfi ve sınırları belirsiz bir takdir yetkisi tanınmıştır.  Bu durum yalnızca hayvanların yaşam hakkını değil, vatandaşların sağlıklı bir çevrede yaşama ve manevi bütünlüğünün korunması gibi anayasal haklarını ağır biçimde zedelemektedir.

Özellikle, Kanun’un 4. maddesinin (b) bendinde yer alan “Sahipsiz hayvanların da sahipli hayvanlar gibi yaşamları desteklenmelidir.” cümlesinin kanun metninden çıkarılması, sahipsiz hayvanların yaşam haklarının hukuken tanınmasına son verilmesi anlamına gelmekte, bu yönüyle ölçülülük ilkesini de ihlal etmekte ve temel hakların özüne dokunmaktadır.

Dahası, Anayasa’nın 90. maddesi uyarınca iç hukukun bir parçası olan uluslararası sözleşmelere de açıkça aykırılık söz konusudur. Ev Hayvanlarının Korunmasına Dair Avrupa Sözleşmesi ve Hayvan Hakları Evrensel Bildirgesi gibi belgeler, yaşam hakkını ve çevresel duyarlılığı önceleyen hükümler içermekte olup, kanunların üstünde bir normatif değere sahiptir.

Kamuoyunda ve bilimsel çevrelerde yapılan birçok çalışma göstermektedir ki, başıboş sokak hayvanı sorununun kontrol altına alınması veya giderilmesi için topyekûn öldürme çözüm değildir. Dünya genelindeki örneklerde en etkili yöntem olarak kabul edilen “toplu kısırlaştırma”, bu sorunun “insani ve sürdürülebilir” biçimde çözümünü mümkün kılmaktadır. Başka bir anlatımla, mevcut sorunun çözümü, güçlü bir irade ve kapsamlı bir seferberlik anlayışıyla yürütülecek “kısırlaştırma” çalışmaları sayesinde, insani yöntemlerle pekala mümkündür.  Yeter ki, irade ve istek olsun.  Bu nedenle, öldürmeye dayalı bir yaklaşım, ne bilimsel verilere, ne insan onuruna, ne de Anayasa’ya uygundur. Öldürmekle, hapsetmekle bu sorun çözülmez. Istırap çekmek her canlı için ağır bir durumdur.  Bu bağlamda, hapsetmek veya öldürmek suretiyle hayvana acı çektirmek, ıstırap vermek insani bir yaklaşım da değildir.  Bilakis, bunlar, toplumun büyük bir kısmında, infial, üzüntü, acı ve elem yaratır. 

Anayasa Mahkemesi’nin verdiği bu karar, yasama faaliyetlerinin anayasal sınırlar içinde kalmasını teminat altına alma fonksiyonuna duyulan güveni sarsmıştır. Açıkça Anayasa’ya aykırı olan bir düzenlemenin iptal edilmemesi, hem hukukun üstünlüğü ilkesine hem de anayasal denetimin meşruiyetine ciddi gölge düşürmüştür. Bu durum, daha da vahimi, toplumda derin bir üzüntü, vicdanlarda tamiri imkansız büyük bir yara açmaya devam edecektir. Hayvan haklarına duyarlı, merhamet ve vicdan duygusu ağır basan geniş bir toplumsal kesim, bu kararla kendisini “yalnız, terk edilmiş ve umutsuz” hissedecektir. Oysa Anayasa Mahkemesi tam da bu hislerin ortasında bir çıkış yolu, bir umut ışığı olarak vardır.  Mahkeme, hukukun, vicdanın ve toplumsal huzur ile barışın son sığınağıdır.  Bir sığınak maalesef karşılıksız çıkmıştır. Manen derinden sarsılmış kesimler, Yüksek Mahkeme’ye karşı inanç, saygı ve güven erozyonu yaşayacaklardır. Bilinmelidir ki, bu tür kararlar, sadece yasaları değil, toplumun ruh halini, adalet algısını ve devlete olan güvenini de derinden etkiler ve şekillendirir.  Bir karar, milyonların iç huzurunu ya pekiştirir ya da derin kırğınlığına sebep olur. Özellikle de konu, sokakta yaşayan savunmasız hayvanların “yaşam hakkı” gibi vicdani boyutu güçlü bir mesele olduğunda…

Toplumun ruh hali, yani iç dünyası, devlete olan duygusal bağlılığı, umudu ve güveni, böyle kararlarla şekillenir.  Bu nedenle Anayasa Mahkemesi’nin tutumu yalnızca bir hukuk meselesi değil, aynı zamanda toplumsal barış, huzur ve aidiyet duygusu meselesidir. Karar, umudu, adalet beklentisini, merhamet duygusunu – kısacası toplumun ruhunu –  hercümerc etme potansiyeline sahiptir.

Türk hukukunun duayen isimlerinden, yaşamını hayvan haklarına adamış ve 2006 yılında kaybettiğimiz, benim de 1980-1981 eğitim döneminde kendisinden Medeni Hukuk Genel Hükümler dersini alma şansına eriştiğim değerli hocamız Prof. Dr. İsmet Sungurbey, 1996’da verdiği bir röportajda şu ifadeleri kullanmıştır:

“Bu ölüm çarkı tersine çevrilmeli. Derhal Hayvanları Koruma Yasası çıkarılmalı. Öldürmek değil, yaşatmak ana ilke olmalıdır.”

Bugün, hocamızın 30 yıl önce uğruna mücadele verdiği yasanın, Anayasa Mahkemesi’nin sessizliğiyle bir ölüm yasasına dönüşmesi bizleri derin bir üzüntüye sevk etmektedir.

Sungurbey Hoca’nın insanlığa ve hukuka armağan ettiği “Hayvan Hakları: Bir İnsanlık Kitabı” adlı eserinin Dördüncü Bölümüne verdiği başlıkla sözlerimi noktalıyoruz:

“Hayvan Katliâmı İnsanlık Suçudur; Hayvan Katliâmına Son!”

Paylaş


Yasal Bilgilendirme

Bu içerik sadece bilgilendirme amaçlı olup hukuki görüş içermemektedir. İçerikteki konulara ilişkin bir sorunuz olması halinde lütfen bizi arayınız. Tüm hakları saklıdır.