HUKUK UYUŞMAZLIKLARINDA GÜNCEL GELİŞMELER

Yabancı Mahkeme Kararlarının Tenfizi Talebinde Nispi Harç Ödenmesinin Anayasaya Aykırı Olmadığına Karar Verildi

Anayasa Mahkemesi, tenfiz davalarında hükmedilen şeyin değeri üzerinden nispi harç alınmasını öngören düzenlemenin Anayasa’ya aykırılık iddiası hakkında yaptığı değerlendirme sonucunda, hükmün Anayasa’ya aykırı olmadığı kanaatiyle hak ihlali iddiasını oy çokluğuyla reddetmiştir.

492 sayılı Harçlar Kanunu’nun 4. maddesi uyarınca, yabancı mahkeme kararlarının tenfizi davaları nispi harca tabidir. İstanbul 14. Asliye Ticaret Mahkemesi, düzenlemenin Anayasa’nın 2. ve 36. maddelerine aykırı olduğu iddiasıyla iptal istemiyle Anayasa Mahkemesi’ne başvurmuştur.

Hukuk yargılamalarında genel olarak değeri belirli bir parayla ölçülen şeylerin konu edildiği davalar nispi harca tabi iken, değeri parayla ölçülemeyen şeylere ilişkin davalarda maktu harç uygulanmaktadır. Tenfiz davalarında mahkemelerin yerindelik incelemesi yapmaması, dolayısıyla incelemenin şeklinin tespit davasına yakınlığı nedeniyle nispi harç uygulamasının yerindeliği de irdelenmiştir.

Anayasa Mahkemesi, yabancı mahkeme kararlarının Türkiye’de icra edilebilmesi için yargı merciine başvuran tarafların belirli bir mali yükümlülüğe tabi tutulmasının meşru bir amaca hizmet ettiği yönünde değerlendirmede bulunmuştur. Kararda, nispi harç uygulamasının kamu yararını gözettiği, yargı hizmetlerinin finansmanına katkı sağladığı belirtilmiş, gereksiz dava açılmasının önlenmesi niyetiyle bu şekilde bir nispi harç uygulamasının mahkemelerin iş yükü gözetildiğinde meşru olduğuna kanaat getirilmiştir. Ayrıca, harcın davacı açısından aşırı külfet oluşturmadığı, davanın kabul edilmesi halinde harcın davalıdan geri alınabileceği ve düzenlemenin mahkemeye erişim hakkını ölçüsüz şekilde sınırlamadığına hükmedilmiştir.

[Anayasa Mahkemesi, 2024/104 E., 2024/173 K., 17.10.2024]

İstinaf ve Temyiz Parasal Sınırlarının Zaman Bakımından Uygulanmasına İlişkin Kanun Hükmü İptal Edildi

Anayasa Mahkemesi, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun ek 1. maddesinin (2) numaralı fıkrasında yer alan “…341 inci, 362 nci…” ibaresini Anayasa’ya aykırı bularak iptal etmiştir.

İptal edilen düzenleme, istinaf ve temyiz yoluna başvuru için hükmün verildiği tarihte yürürlükte olan parasal sınırların esas alınmasını öngörmekteydi. Buna göre dava açıldığı tarihte istinaf ve/veya temyiz sınırı üzerindeki bir talep sonucuna yönelik yargılama, karar tarihindeki yeni parasal sınırın altında kalabilmekte ve böylelikle kanun yolu denetimine kapalı hale gelebilmekteydi.

Anayasa Mahkemesi, bu belirsizliğin hukuki güvenlik ilkesine aykırılık teşkil ettiğini ve mahkemeye erişim hakkını orantısız şekilde kısıtladığını belirterek düzenlemeyi iptal etmiştir. Mahkeme, kişilerin hangi kanun yollarına başvurabileceklerini önceden bilebilmeleri gerektiğini ve davanın açıldığı tarihte yürürlükte olan parasal sınırların esas alınmasının daha öngörülebilir bir yargılama süreci sağlayacağını belirtmiştir.

Anayasa Mahkemesinin bu iptal kararıyla birlikte istinaf ve temyiz sınırlarının belirlenmesinde hükmün verildiği tarih yerine, davanın açıldığı tarihteki parasal sınırların esas alınmasının gerekliliği ortaya konmuştur.

Karar, 30.01.2025 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanmıştır. Anayasa Mahkemesi, ilgili düzenlemenin iptal edilmesiyle ortaya çıkabilecek hukuki boşluğu önlemek amacıyla, iptal kararının Resmî Gazete’de yayımlandıktan dokuz ay sonra yürürlüğe girmesine karar vermiştir. Böylece, yasama organına yeni bir düzenleme yapması için süre tanınmıştır.

[Anayasa Mahkemesi, 2023/182 E., 2024/203 K., 04.12.2024]

Hakem Kararının Tenfizi Davasının Tek Hakim Tarafından Görülmesi Kamu Düzeninden Sayılarak Kararın Kaldırılmasına Sebep Olmuştur

İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 43. Hukuk Dairesi, 24.10.2024 tarihinde hakem kararının tenfizi davalarında usule ilişkin önemli bir konuyu değerlendirmiştir.

Kararda, yabancı hakem kararlarının tanınması ve tenfiziyle ilgili davaların, 5235 sayılı Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri İle Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun’un 5. maddesinin üçüncü fıkrası gereğince, bir başkan ve iki üyeden oluşan bir heyet tarafından görülmesi gerektiğinin altı çizilmiştir. Ancak somut olayda, dava tek hakim tarafından karara bağlanmıştır.

İstinaf mahkemesi tek hakimle karar verilmiş olmasını iş bölümüne ilişkin değil, kamu düzenine ilişkin bir eksiklik olarak değerlendirmiş ve re’sen dikkate alınması gerektiğini vurgulamıştır. Bu doğrultuda, yargılamanın heyet yerine tek hakimle yürütülmesi nedeniyle ilk derece mahkemesi kararı kaldırılmıştır.

[İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 43. Hukuk Dairesi, 2023/838 E. 2024/1536 K., 24.10.2024]

Şirket Müdürlerinin Sorumluluğunda Zimmet Suçunun Etkisi ve Ceza Zamanaşımının Uygulanması

Yargıtay 11. Hukuk Dairesi, 25.09.2024 tarihinde, limited şirketlerde müdürlerin sorumluluğunda ceza zamanaşımının etkisine yönelik önemli bir karar vermiştir. Davacı limited şirket, eski müdürünün şirket adına akdettiği bir hisse devir sözleşmesi uyarınca tahsil ettiği bedeli şirkete aktarmadığını iddia ederek ilgili tutarın tahsilini talep etmiştir.

İlk Derece Mahkemesi, müdürlerin sorumluluğu bakımından Türk Borçlar Kanunu m. 147’de düzenlenen 5 yıllık zamanaşımı süresinin dolduğu gerekçesiyle davayı reddetmiştir. Bölge Adliye Mahkemesi de kararın hukuka uygun olduğu gerekçesiyle istinaf başvurusunu reddetmiştir.

Ancak Yargıtay, davalı müdürün eyleminin zimmet suçu teşkil ettiğini ve yargılamanın sorumluluk davası olarak nitelendirilmesi gerektiğini belirtmiştir. Bu nedenle, TTK m. 560 uyarınca uzamış ceza zamanaşımı süresinin uygulanması gerektiğine hükmederek kararı bozmuştur.

Bu karar, şirket yöneticilerinin yaptığı işlemler nedeniyle sorumluluğu, bu sorumluluğun türü ve uygulanacak zamanaşımı bakımından nitelendirilmesinin ile bu nitelendirmeye bağlanan sonuçlar bakımından dikkate değer bir karardır.

[Yargıtay 11. Hukuk Dairesi, 2023/5012 E. 2024/6808 K.; 25.9.2024]

Tahkim Şartı İçeren Sözleşmelerden Doğan Alacakların İflas Yoluyla Takibi

Yargıtay 6. Hukuk Dairesi, 16.10.2024 tarihinde, iflas yoluyla takipte tahkim şartının uygulanabilirliği konusunda önemli bir karar vermiştir.

Karara konu olayda, taraflar arasında imzalanan sözleşmenin 42. maddesi, uyuşmazlıkların tahkim yoluyla çözüleceğini öngörmüş olmasına rağmen davacı taraf öncelikle tahkime başvurmaksızın doğrudan iflas yoluyla takip başlatmış ve akabinde mahkeme nezdinde takibe itirazın kaldırılması talepli iflas davası açmıştır. İlk derece mahkemesi, davalıların teminat mektubu sunmaları sebebiyle davanın konusuz kaldığına karar verilmesine yer olmadığına hükmetmiştir.

Temyiz mahkemesi önüne gelen uyuşmazlıkta, davalı şirketin tahkim ilk itirazının kabul edilmesi gerekirken, yerel mahkemenin davanın esasını inceleyerek karar vermesi Yargıtay tarafından hukuka aykırı bulunmuş ve karar bozulmuştur.

Kararda, özellikle doğrudan iflas hallerinin mevcudiyeti halinde iflas davalarının kamu düzenini ilgilendiren niteliği nedeniyle, genel olarak tahkime elverişli olmadığı belirtilmiştir. Ancak, doğrudan iflas sebebi bulunmayıp alacaklı tarafından başlatılan iflas yoluyla takibe itiraz edilmesi halinde açılan iflas davasında, mahkemenin alacağın mevcut olup olmadığını öncelikle tespit etmesi gerektiği ve bu aşamada taraflar arasındaki tahkim şartının dikkate alınmasının zorunlu olduğu vurgulanmıştır. Bu karar, taraflar arasındaki alacak talepli uyuşmazlıklarda tahkim şartının öncelikle uygulanması gerektiğini ve bu şarta aykırı şekilde doğrudan iflas yoluyla takip başlatılamayacağını ortaya koymuştur.

[Yargıtay 6. Hukuk Dairesi, 2024/2828 E. 2024/3457 K.; 16.10.2024]

Telefon Üzerinden Gönderilen Mesajlar, Yazılı Delil Başlangıcı Teşkil Etmektedir

Yargıtay 3. Hukuk Dairesi, 26.11.2024 tarihinde, hukuk yargılamalarında delil başlangıcı kavramını somutlaştıran bir karara imza atmıştır. Uyuşmazlığa konu olayda, taraflar arasında imzalanan iki ayrı danışmanlık sözleşmesinin gereği gibi ifa edilmemesi nedeniyle feshedildiği ileri sürülerek ve davalıya teminat amaçlı verilen bonoların iadesi talep edilmiştir.

Davacı vekili, davalıların bonoların iade edileceğine dair gönderdiği “Senetlerini iade edeceğim. Ve sizinle görüşmek istiyorum” mesajını delil olarak öne sürmüştür. Yargıtay, bu mesaj gibi telefon üzerinden gönderilen mesajların gönderen ve gönderilen tarafların kim olduğu tespit ve ispat edilebildiği sürece yazılı delil başlangıcı niteliğinde olacağını ifade etmiştir. Yargıtay bu kararıyla, WhatsApp ve SMS yazışmaları gibi elektronik belgelerin, gönderen ve alıcısı kanıtlandığı ölçüde delil başlangıcı olarak kullanılabileceği yönünde dikkate değer bir değerlendirmede bulunmuştur.

[Yargıtay 3. Hukuk Dairesi;  2023/3928 E. 2024/3869 K.; 26.11.2024]

ICC ve ISTAC 2024 İstatistikleri: Küresel ve Bölgesel Tahkimde Güncel Görünüm

Milletlerarası Ticaret Odası (ICC) Milletlerarası Tahkim Divanı ve İstanbul Tahkim Merkezi (ISTAC), son yayınlanan istatistikleriyle küresel ve bölgesel tahkimdeki gelişmelerin sayısal karşılıklarını ortaya koymuştur.

ICC 2024 Ön İstatistikleri

ICC Tahkim Divanı, Ekim 2024 itibarıyla tarihindeki 29.000. davasını kaydederek önemli bir kilometre taşına ulaşmış olup 2024 yılında ICC Tahkim Kuralları kapsamında 831 dava açılmıştır.

Yeni davalarda en fazla tarafın bulunduğu ilk 10 ülke sırasıyla ABD (167), Brezilya (156), İspanya (137), Meksika (106), İtalya (101), Çin ve Hong Kong Özel İdari Bölgesi (98), Almanya (85), Türkiye (80), Fransa (73) ve Birleşik Arap Emirlikleri (73) olmuştur.

2024 yılında, Türkiye’den tahkimi tercih eden taraf sayısının bir önceki yıla kıyasla 56’dan 80’e yükselmesi, ülkemizde uluslararası tahkim süreçlerine ve alternatif uyuşmazlık çözüm yöntemlerine olan talebin arttığını göstermektedir.

En çok tercih edilen tahkim yerleri ise sırasıyla Birleşik Krallık (96), Fransa (91) ve İsviçre (83) olmuştur. Yeni yargılamalardaki toplam uyuşmazlık miktarı 103 milyar ABD dolarına ulaşmış, devam eden uyuşmazlıkların toplam tutarı ise 354 milyar ABD doları ile tüm zamanların en yüksek seviyesine çıkmıştır.

ISTAC 2024 İstatistikleri

ISTAC, 2024 yılı itibarıyla 167 tahkim başvurusu almıştır. Başvuruların %87’si yerli, %13’ü uluslararası tahkim kapsamında çözümlenmiştir.

Normal tahkimde uyuşmazlıkların %80’i 6 ay ila 1 yıl içinde, seri tahkimde ise %82’si 3 ay içinde çözümlenmiştir. Uyuşmazlık türleri arasında hizmet sözleşmeleri (%17), inşaat hukuku (%16), internet alan adı uyuşmazlıkları (%13), satış sözleşmeleri (%10), şirketler hukuku (%8) ve franchising sözleşmeleri (%7) öne çıkmaktadır.

Dava taraflarının milliyetleri arasında Türkiye’nin yanı sıra Almanya, İran, İsviçre, Çin, İtalya, Hong Kong, Rusya, Fransa, ABD ve BAE gibi farklı coğrafyalardan katılım dikkat çekmektedir.

İŞ HUKUKU UYUŞMAZLIKLARINDA GÜNCEL GELİŞMELER

Anayasa Mahkemesi Tanık Beyanlarının Göz Ardı Edilmesini Adil Yargılanma Hakkına Aykırı Buldu

Anayasa Mahkemesi’nin 11.06.2024 tarihli kararında, işe iade davasının istinaf incelemesinde işçi lehine olan tanık delilinin Bölge Adliye Mahkemesi tarafından dikkate alınmaksızın karar verilmesinin, adil yargılanma hakkının ihlali olduğuna hükmedilmiştir. Mahkeme, iş hukuku uyuşmazlıklarında tanık beyanlarının mahkemeler tarafından gerekçeli ve eksiksiz şekilde değerlendirilmesinin, adil yargılanma hakkının sağlanması açısından taşıdığı önemi vurgulamıştır.

[Anayasa Mahkemesi, 2019/7376 Başvuru Numaralı ve 11.06.2024 tarihli kararı]

Anayasa Mahkemesi Meslek Sırrı İfşası Nedeniyle İşten Çıkarmanın İfade Özgürlüğünün İhlali Olarak Değerlendirdi

Anayasa Mahkemesi’nin 18.07.2024 tarihli kararında, meslek sırrının ifşası nedeniyle işten çıkarmanın ifade özgürlüğü sınırlarını aşabileceğine dikkat çekilmiştir. Anayasa Mahkemesi, başvurucunun doktora ödevinde yer alan bilgilerin mahiyeti ve aleniyet derecesi gibi unsurları değerlendirirken, fesih kararının son çare olması gerektiğini vurgulamıştır. Mahkeme, önüne gelen başvuruya ilişkin davada Bölge Adliye Mahkemesi’nin kararının somut gerekçeler sunulmadan sadece çalışanın imzaladığı gizlilik taahhütnamesinin varlığına dayanarak verildiğini değerlendirmiş ve ifade özgürlüğünün ihlal edildiğini tespit etmiştir. Bu karar, iş sözleşmeleri ve taahhütnamelerin ayrıntılı düzenlemelerle yapılmasının önemini ortaya koymuş ve mahkemelerin işverenin menfaatine zarar verilip verilmediğini, meslek sırrı olup olmadığını, bilgilerin kimlerle paylaşıldığını tartışması gerektiği yönünde yol göstermiştir.

[Anayasa Mahkemesi, 2020/12353 Başvuru Numaralı ve 18.07.2024 tarihli kararı]

Anayasa Mahkemesi, İşçinin Sosyal Medya Paylaşımı Nedeniyle Yapılan Fesihleri İfade Özgürlüğü Açısından Değerlendirdi

Anayasa Mahkemesi, 17.09.2024 tarihli kararında, işçilerin sosyal medya paylaşımları nedeniyle işten çıkarılmalarının ifade özgürlüğü bağlamında ele alınması gerektiğine dikkat çekmiştir. Mahkeme, işçilerin işverenleri hakkında yaptıkları açıklamaların ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini, ancak bu özgürlüğün işverenin itibar ve saygınlığı ile dengelenmesi gerektiğini vurgulamıştır.

Karara konu olayda:

  • İlk derece mahkemesi, iş akdinin feshini geçersiz bulmuş,
  • Bölge Adliye Mahkemesi, çalışanın paylaşımının iş barışını bozduğu yönünde karar vermiş,
  • Anayasa Mahkemesi ise somut olayda, işçinin sözleşme yükümlülüğünü nasıl ihlal ettiğinin ve iş barışının nasıl bozulduğunun yeterli gerekçelerle açıklanmadığını değerlendirmiş, işverenin zarar gören menfaatlerinin somut şekilde ortaya konulmadığını belirterek işten çıkarma kararının ifade özgürlüğünü ihlal ettiğine hükmetmiştir.

Bu karar, işverenlerin sosyal medya paylaşımları nedeniyle gerçekleştirdikleri fesihlerde dikkate alması gereken kriterler açısından önemli bir yol gösterici niteliği taşımaktadır.

[Anayasa Mahkemesi, 2022/53688 Başvuru Numaralı ve 17.09.2024 tarihli kararı]

Anayasa Mahkemesi Yargılama ve Vekâlet Ücretine İlişkin İddianın Dikkate Alınmadan Hüküm Kurulmasını Adil Yargılanma Hakkına Aykırı Buldu

Anayasa Mahkemesi’nin 28.11.2024 tarihli kararında; işverenin mazeret belirtmeksizin katılmaması sebebiyle sona eren arabuluculuk görüşmeleri üzerine işçi tarafından açılan işe iade davasında işçi aleyhine yargılama gideri ve vekâlet ücretine hükmedilemeyeceğiyle ilgili olarak Bölge Adliye Mahkemesi kararında herhangi bir gerekçeye yer verilmediği tespit edilmiştir.

Anayasa Mahkemesi, yargılama gideri ve vekâlet ücretine yönelik işçi tarafından ileri sürülen iddianın Bölge Adliye Mahkemesince değerlendirilmesi gerektiğini tespit ederek söz konusu eksikliği adil yargılanma hakkının ihlali olarak değerlendirmiştir.

[Anayasa Mahkemesi, 2021/33943 Başvuru Numaralı ve 28.11.2024 tarihli kararı]

Yargıtay, İş Hukuku Uyuşmazlıklarından Doğan Davalarda Puantaj Kayıtlarının Tanık Beyanlara Göre Öncelikli Delil Niteliği Taşıdığına Hükmetti

Yargıtay 9. Hukuk Dairesi’nin 17.09.2024 tarihli kararına konu uyuşmazlıkta; davacı çalışan, fazla çalışma, hafta tatili ve ulusal/genel tatil günlerinde çalıştığını belirterek alacak taleplerinde bulunmuştur.

Söz konusu uyuşmazlıkta; ilk derece mahkemesi, puantaj kayıtlarını değil, bilirkişi raporu ve tanık beyanlarını esas alarak karar vermiştir. Davanın temyiz incelemesinde ise, Yargıtay 9. Hukuk Dairesi, fazla mesainin yanı sıra genel tatil ücretleri açısından da tanık beyanlarının değil; puantaj kayıtlarının esas alınması gerektiğini vurgulayarak ilk derece mahkemesi kararını bozmuştur.

Bu karar, fazla mesai, hafta tatili ve genel tatil alacakları bakımından, puantaj kayıtlarının mevcut olduğu durumlarda, tanık beyanları yerine bu kayıtların öncelikli olarak esas alınması gerektiği yönündeki yargısal yaklaşımı ortaya koymaktadır.

[Yargıtay 9. Hukuk Dairesi, 7594/11901 E. 2024/89 K.; 17.09.2024]

Yargıtay’dan Yabancılık Unsuru İçeren İş Hukuku Uyuşmazlıklarında Uygulanacak Hukuka İlişkin Önemli Karar

Yargıtay 9. Hukuk Dairesi’nin 17 Ekim 2024 tarihli kararına konu olan uyuşmazlıkta, Türk vatandaşı bir işçinin fiili çalışma yerinin mutad işyeri olan Rusya olduğu alacak davasında, uygulanacak hukukun belirlenmesi kapsamında MÖHUK m. 27/4’ün uygulama alanı bulup bulmayacağı tartışılmıştır.

Yargıtay 9. Hukuk Dairesi, iş sözleşmesine en sıkı ilişkili hukukun mutad işyeri hukuku olduğunu, zira iş görme borcunun Rusya’da ifa edildiğini belirtmiştir. Ayrıca, MÖHUK m. 27/4’te öngörülen daha sıkı ilişkili hukuk kuralının istisnai olduğu, yalnızca işçi ve işverenin Türk vatandaşı olmasının Türk hukukunu otomatik olarak daha sıkı ilişkili hukuk yapmayacağı vurgulanmıştır.

Bu karar, yabancılık unsuru taşıyan iş sözleşmelerinde mutad işyeri hukukunun esas alınması gerektiğini ve öncelikli olarak MÖHUK m. 27/2’nin uygulanacağını ortaya koyması bakımından önemlidir.

[Yargıtay 9. Hukuk Dairesi, 2024/11168 E. 2024/13835 K., 17.10.2024]

Yargıtay İç Savaş Nedeniyle Fesihte İhbar Tazminatına Hükmedilmesini Hukuka Aykırı Buldu

Yargıtay 9. Hukuk Dairesi, 24.10.2024 tarihli kararında, Türkiye’de bulunan şirketin dava dışı taşeronu tarafından işletilen yurt dışı şantiyede çalışan işçinin iş sözleşmesinin iç savaş nedeniyle feshedilmesini zorlayıcı neden saymıştır. Bu kapsamda; Yargıtay, işverenin iç savaştan ötürü İş Kanunu m. 25/3 uyarınca derhal fesih hakkı bulunduğunu belirterek, ihbar tazminatı talebinin reddedilmesi gerektiğine hükmetmiş ve Bölge Adliye Mahkemesi kararını bozmuştur.

[Yargıtay 9.Hukuk Dairesi, 2024/12556 E. 2024/14441 K., 24.10.2024]

Ankara 43. İş Mahkemesinden İşe Başlatmama Tazminatı Hesaplamasında Önemli Karar

Ankara 43. İş Mahkemesi, 15.11.2024 tarihli kararında, işe iade davasında dört aylık boşa geçen sürenin ücret hesabında bazı kalemlerin brüt ücrete dâhil edilmemesi gerektiğine hükmetmiştir.

Davacı, maaşının her ay farklı yatırılmasının ek yardımlardan kaynaklandığını belirterek bu ödemelerin de brüt ücrete eklenmesini talep etmiştir. Ancak mahkeme, maaş farklarının ücretin EURO cinsinden belirlenip TL’ye çevrilerek ödenmesinden kaynaklandığını ve dolayısıyla sabit EURO tutarının esas alınacağını belirtmiş olup davacının söz konusu talebini reddetmiştir.

Ayrıca kararda, dönemsel performans primlerinin ek ödeme niteliğinde olmadığı ve brüt ücret hesabına dâhil edilemeyeceği ifade edilmiştir. İşverence sağlanan hisse senedi tahsisinin ise ayni hak kapsamında olduğu gerekçesiyle tazminat hesaplamasında dikkate alınamayacağına karar verilmiştir.

[Ankara 43. İş Mahkemesi, 2024/132 E. 2024/550 K., 15.11.2024]

MEVZUATA UYUM VE SORUŞTURMALAR ALANINDA GÜNCEL GELİŞMELER

FCPA’in Uygulaması Durduruldu

ABD Başkanı Donald Trump, 10 Şubat 2025’te imzaladığı bir Emir ile (Executive Order), Amerikan şirketlerinin yabancı yetkililere rüşvet vermesini yasaklayan 1977 tarihli Yabancı Yolsuzluk Uygulamaları Yasası’nın (Foreign Corrupt Practices Act – FCPA) uygulanmasını durdurdu. Söz konusu Emir ayrıca Adalet Bakanlığı’na (DOJ) FCPA çevresinde kapsamında yürüttüğü kovuşturmaları askıya alması ve Amerikan şirketlerinin uluslararası rekabet gücünü artıracak yönde yeni uygulama yönergeleri hazırlamak yönünde talimatlar da içeriyor.

FCPA ve FCPA’nın Uluslararası Alanda ve Türkiye Açısından Önemi Nedir?

FCPA, Amerikan vatandaşları ve şirketlerinin, yeni işler elde etmek veya mevcut işlerini sürdürmek amacıyla yabancı hükümet yetkililerine rüşvet vermesini yasaklayan bir ABD federal yasasıdır. FCPA uygulama alanı bakımından yalnızca Amerikan şirketleriyle sınırlı kalmayan, “extra-territorial” yani sınır ötesi uygulama alanına sahip bir yasa olma özelliğini taşımaktadır. FCPA ABD vatandaşları ve ABD’de mukim şirketlerle sınırlı kalmayan, ABD ile bağlantılı faaliyetlerde bulunan yabancı şirketler ve bireyler hakkında da soruşturma yürütme ve ilgili kişilere yaptırım uygulama konusunda bir yetki tanımaktadır. Bu kapsamda FCPA, Türkiye’de mukim şirketler dahil olmak üzere, ABD ile iş ilişkisi içerisinde olan veya Amerikan finans sistemiyle temas eden birçok yabancı şirket için de hukuki sonuçlar doğurma potansiyeline sahip bir düzenleme olarak uluslararası alanda oldukça önemli bir etkiye sahiptir.

Yürütme Emri ve Gerekçesi

Beyaz Saray tarafından yayımlanan bilgi notuna (Fact Sheets) göre, FCPA’nın katı bir şekilde uygulanması, Amerikan şirketlerini uluslararası arenada dezavantajlı bir konuma düşürmekte ve ABD’nin ekonomik gücüyle bağlantılı olduğu belirtilen ulusal güvenliği tehlikeye atmaktadır. Beyaz Saray bu kararın gerekçesi olarak , FCPA’nın aşırı ve öngörülemez biçimde uygulanması ile Amerikan şirketlerinin daha az rekabetçi hale getirilmekte olduğunu ve bu durumun ABD’nin stratejik ticari avantajlar elde etmesinin önüne geçtiğini belirtmektedir.

FCPA Uygulamalarının Durdurulmasının Olası Sonuçları

FCPA’nın uygulanmasının durdurulmasıyla, Amerikan şirketlerinin yurt dışındaki operasyonlarında rüşvet ve yolsuzluğa dair risklerin artması gibi riskler gündeme gelebilir. Böyle bir risk karşısında küresel yolsuzlukla mücadele çabalarında olumsuz bir durum ortaya çıkabilecek olmakla birlikte ilgili karar, ABD’nin uluslararası alandaki etik liderlik rolünün sorgulanmasına sebep olacak bir gelişme olarak da yorumlanabilir. Ayrıca, şirketlerin iç denetim ve uyum programlarına olan güveninde bir azalma ve uluslararası iş ilişkilerinde şeffaflık ve hesap verebilirlik ilkelerinde zararlar görülebileceği söylenebilir. Bu halde, diğer ülkelerin ulusal mevzuatları ve uygulamasının daha da önem kazanacağı, bilhassa Amerikan menşeili şirketlerin uygulamalarına yönelik olarak mevzuata uyum konularında hassasiyetle bir yaklaşım benimseneceği düşünülmektedir.

Corruption Perception Index 2024 Yayınlandı

Şeffaflık Örgütü (Transparency International) tarafından dünya genelinde kamusal sektördeki yolsuzluğun algılanan seviyelerini ölçerek 180 ülke ve bölgeyi 0 (En yüksek) ile 100 (En düşük) arasında puanlayarak bir ölçeğe göre sıralayan bir endeks olan Yolsuzluk Algı Endeksi’nin (CPI) 2024 verileri yayınlandı. İlgili endeks ülkelerin ve coğrafi bölgelerin yolsuzlukla mücadele kapsamındaki güncel durumlarını karşılaştırmalı olarak ortaya koyan önemli bir kaynak olarak kabul edilmektedir. Özellikle uluslararası iş dünyasında risk değerlendirmelerinde veya yabancı yatırımcıların karar alma süreçlerine katkı sunan bir endeks olan CPI verilerinde ülkemiz geçen seneki puanını korumuştur

Yayınlanan rapor kapsamında küresel düzeyde ilerlemenin düşük olduğu gözlenmektedir. Bu kapsamda pek çok ülkenin endeks puanı bir duraklamaya ve hatta gerilemeye işaret etmektedir. Özellikle adalet sistemlerindeki zayıflamalar ve kamu görevlilerinin hesap verebilirliğinin bu doğrultuda azalması sebep olarak gösterilebilir. Yine yolsuzluğa karşı cezasızlığın veya cezasızlık algısının giderek yerleşmesi global çaptaki bu zayıflamaya yol açan faktörler arasında sayılabilir. Bölge bazlı değerlendirmede, Batı Avrupa ve Avrupa Birliği en yüksek skora sahip bölge olmaya devam etse de, bölgesel ortalama skorun 65’ten 62’ye düştüğü gözükmektedir. Sahra Altı Afrika ise 33 puanla en düşük ortalamaya sahip bölge olarak dikkat çekmektedir. 2022 yılında 36 puanla 101. sırada bulunan Türkiye, geçtiğimiz yıl 34 puanla 115. sıraya düşmüş son açıklanan raporda ise 34 puan ile 107. sırada yer almıştır.

Paylaş


Yasal Bilgilendirme

Bu içerik sadece bilgilendirme amaçlı olup hukuki görüş içermemektedir. İçerikteki konulara ilişkin bir sorunuz olması halinde lütfen bizi arayınız. Tüm hakları saklıdır.