HUKUK UYUŞMAZLIKLARI VE MİLLETLERARASI TAHKİME YÖNELİK GÜNCEL GELİŞMELER
- ICC 2024 Uyuşmazlık Çözümü İstatistikleri
- Ortak Girişim Sözleşmesinde Yer Verilen Tahkim Şartının Kişi ve Konu Bakımından Geçerlilik ve Kapsamı
- Hakemin Reddi Taleplerinde Talebin Değerlendirilmesi ve Kanun Yolu
- Tahkim Şartının Varlığına Rağmen Genel Mahkemelerde Dava Açan Tarafın Tahkim İtirazının Sonuçları
- Tacir Sıfatı Bulunmayan Kişi Hakkında Verilen Yabancı İflas Kararının Tanınmasında Kamu Düzenine Aykırılık
- İngiliz Hukuku ve Yetki Sözleşmesi İçeren Sözleşmeye Dayalı Alacaklarda İflas Takibi
- Yüksek Enflasyonist Dönemlerde Munzam Zarar Hesaplamaları
- Limited Şirketlerde Önemli Miktarda Şirket Varlığının Devrinde Genel Kurul Kararı Gerekliliği
- Yabancı Unsurlu Uyuşmazlıklarda Uygulanan Zamanaşımının Kamu Düzeninden Olmadığı
- Yabancı Mahkeme Tarafından Posta ile Yapılan Tebligatın Kararın Tenfizine Etkisi
İŞ HUKUKU UYUŞMAZLIKLARI
- Yerleşik İçtihada Güvenerek Dava Açan Davacı Aleyhine Yargılama Gideri ve Vekâlet Ücretine Hükmedilemeyeceğine Karar Verildi
- Yargıtay, Yıllık İzin Ücretinin Peşin Ödenmemesinin İşçi İçin Haklı Fesih Sebebi Teşkil Ettiğine Hükmetti
- Asıl – Alt İşveren Arasında Düzenlenen Sözleşme Hükümlerinin Önemine Dair Karar
TÜKETİCİ HUKUKU UYUŞMAZLIKLARI
- Yargıtay 3. Hukuk Dairesi Haksız Fiilden Kaynaklanan Uyuşmazlıklarda Tüketici Hakem Heyetlerinin Görevli Olmadığına Hükmetti
- İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi, Mesafeli Satış Sözleşmesi Kapsamında Şirket Kullanımı için Yapılan Satın Alıma Dair Uyuşmazlıkta Görevli Mahkemenin Asliye Hukuk Mahkemeleri Olduğuna Hükmetti
- Yargıtay 3. Hukuk Dairesi, Paket Tur Sözleşmelerinin İptali Halinde İade Bedelinin Dava Tarihindeki Kur Üzerinden Talep Edilebileceğine Hükmetti
İDARE HUKUKU VE İDARİ YARGILAMALAR ALANINDAKİ GELİŞMELER
- Anayasa Mahkemesi, İdari Yargıda Kanun Yolu Başvurusunda Hüküm Tarihinin Esas Alınmasını Anayasaya Aykırı Bularak İptal Etti
- Geçici Faaliyet Durdurma (Mühürleme) İşleminin Danıştay Tarafından İncelenmesi ve Değişen Kanuni Düzenlemenin Uygulanması
- Genel ve Özel Yetki Kuralları Uyarınca İhale İşlemlerinde Yetkili Mahkemenin Tespiti
- Altın Alımında Banka Tarafından Yapılan Vergi Kesintisinin İdari İşlem Niteliği ve Vergi Yargısının Yetki Alanı
- AİHM Kararlarının Uygulanmasında İç Hukukta Yeniden Yargılama Her Durumda Zorunluluk Teşkil Etmemektedir
MEVZUATA UYUM VE SORUŞTURMALAR ALANINDA GÜNCEL GELİŞMELER
- FCPA Uygulamalarında 2025 Yılı Gelişmeleri ve Türkiye’de Faaliyet Gösteren Şirketler Açısından Değerlendirme
- Giriş
- 2025 Yılı FCPA Uygulamalarında Temel Değişiklikler
- Türkiye’de Faaliyet Gösteren Şirketler İçin Öneriler
- Sonuç
HUKUK UYUŞMAZLIKLARI VE MİLLETLERARASI TAHKİME YÖNELİK GÜNCEL GELİŞMELER
ICC 2024 Uyuşmazlık Çözümü İstatistikleri
Milletlerarası Ticaret Odası (ICC), 24 Haziran 2025 tarihinde yayımladığı rapor ile 2024 yılına ait uyuşmazlık çözümü istatistiklerini kamuoyuna açıkladı. Rapora göre, 2024 yılında ICC Sekretaryası nezdinde toplam 841 tahkim davası yürütüldü. Bu davaların 831’inde doğrudan ICC Tahkim Kuralları uygulanırken, 10 dosyada ICC yalnızca atama makamı olarak görev yaptı. Dikkat çeken bir diğer veri ise, ICC tarihinde ilk kez toplam uyuşmazlık değerinin 354 milyar ABD Doları’na ulaşması oldu. En fazla uyuşmazlık çıkan sektörler arasında inşaat/mühendislik (%23,2) ve enerji (%20,5) öne çıktı.
2024 yılında ICC’ye başvuran 2.392 tarafın, 136 farklı ülke veya bağımsız bölgeden olduğu belirtildi. Türkiye ise, 2024 yılında ICC tahkiminde güçlü bir görünürlük sergiledi. Tüm davalarda toplam 80 Türk taraf yer aldı ve bu sayı ile Türkiye, taraf tabiyeti sıralamasında dünya genelinde sekizinci, Orta ve Güneydoğu Avrupa bölgesinde ise birinci sırada yer aldı. Ayrıca Türk hukuku da 15 dava ile Orta ve Güneydoğu Avrupa bölgesinde uyuşmazlığın esasına en çok uygulanan hukuk olarak kaydedildi. Türk hukuku, 15 dosyada sözleşmeye uygulanacak hukuk olarak seçildi; altı dosyada ise tahkim yeri olarak Türkiye tercih edildi. Ayrıca, 24 Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı hakem ICC tahkim yargılamalarında görevlendirildi.
Ortak Girişim Sözleşmesinde Yer Verilen Tahkim Şartının Kişi ve Konu Bakımından Geçerlilik ve Kapsamı (Sakarya BAM 7. HD, 2023/1872 E. 2025/282 K., 14.02.2025)
Sakarya Bölge Adliye Mahkemesi 7. Hukuk Dairesi, 14.02.2025 tarihli kararında, uyuşmazlıkta taraflar arasındaki ortak girişim sözleşmesinde yer alan uluslararası tahkim şartının açık, belirli ve geçerli olduğunu değerlendirmiştir. Davacı taraf, davalının ortak girişim ilişkisinden elde edilen bilgi ve teknolojileri kullanarak benzer ürünle aynı müşteriye teklif sunduğunu ileri sürerek haksız rekabetin tespiti ve men’i istemiyle dava açmıştır. Davalı taraf ise, söz konusu sözleşmede Paris Uluslararası Ticaret Odası’nın tahkim kuralları çerçevesinde, tahkim yeri olarak Zürih/İsviçre belirlenmiş bir tahkim şartı bulunduğunu ileri sürerek ilk itiraz yoluyla tahkim şartına dayanmıştır. İlk derece mahkemesi de bu itirazı haklı bularak davayı usulden reddetmiştir. Davacı taraf, istinaf başvurusunda ortak girişim sözleşmesinin 31.01.2000’de imzalanmasına karşın ortaklık yapısının 2010 yılında değiştiğini, yeni ortakların tahkim şartı ile bağlı olamayacağını, şirket esas sözleşmesinde de tahkim şartının yer almadığını, dolayısıyla bu kişilerin tahkim şartıyla bağlı tutulmasının tahkim şartının teşmiline sebebiyet vereceğini ileri sürmüş ve kararın kaldırılmasını talep etmiştir. Mahkeme, ortak girişim sözleşmesinde yer alan ve 2000’de “Bu Maddede yer alan hükümler, bu Anlaşmanın feshinden ve/veya süresinin sona ermesinden sonra da geçerliliklerini koruyacaklardır” olarak akdedilen tahkim şartının 2009’da yapılan tadil anlaşmasında değiştirilmediğini değerlendirerek tahkim şartının geçerli ve karara konu dava bakımından uygulanabilir olduğuna kanaat getirmiştir. Karar, ortak girişim sözleşmeleri gibi bir şirkete yönelik ortaklığı düzenleyen ve zaman içerisinde ortakların ve dolayısıyla taraflarının değişebildiği sözleşmelerde yer alan tahkim şartlarının kapsamı ve tahkim şartının teşmili konusunda önem arz eden bir karardır.
Hakemin Reddi Taleplerinde Talebin Değerlendirilmesi ve Kanun Yolu (İstanbul BAM 14. HD, 2025/662 E. 2025/626 K., 15.04.2025)
İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 14. Hukuk Dairesi, 15.04.2025 tarihinde, tahkim yargılamasında hakemin reddi talebinin değerlendirilmesine ve buna ilişkin mahkeme kararlarına karşı kanun yoluna başvuru konusunda önemli bir karar vermiştir. Karara konu olayda, taraflar arasındaki iki ayrı tahkim yargılamasında karşı tarafın aynı kişiyi hakem tayin etmesinin, ilgili hakemin tarafsızlığına gölge düşüreceği gerekçesiyle ret talebinde bulunulmuştur. Talep sahibi, her iki dosyada da benzer kanaatle karar verilebileceğini ileri sürerek hakemin reddini istemiştir. Ancak hakem heyeti, 13.12.2024 tarihli 1 numaralı usuli ara kararıyla bu ret talebini reddetmiştir. Bu ara kararın kaldırılması için HMK m. 418 f. 3 uyarınca mahkemeye başvurmuş, İstanbul 21. Asliye Ticaret Mahkemesi ise hakemin iki farklı dosyaya seçilmesinin tek başına ret sebebi oluşturmadığı gerekçesiyle talebi reddetmiştir. İstanbul 21. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin bu kararına karşı yapılan istinaf başvurusu üzerine dosyayı inceleyen İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 14. Hukuk Dairesi, HMK m. 418 f. 4 uyarınca hakemin reddine yönelik başvurularda verilen kararlara karşı istinaf yolunun kapalı olduğunu belirtmiş; ret talebinin hakem heyeti tarafından reddedilmesi üzerine yapılan başvurular hakkında verilen ilk derece mahkemesi kararlarının kesin olduğunu ifade etmiştir.
Neticede, esas bakımından yapılan değerlendirmede, bir hakemin tarafları aynı olan iki ayrı tahkim dosyasında bir tarafça tayin edilmiş olması bir ret sebebi olarak görülmemiş ve usul bakımından da ilk derece mahkemesinin bu yöndeki kararına karşı kanun yolunun kapalı olduğu teyit edilmiştir.
Tahkim Şartının Varlığına Rağmen Genel Mahkemelerde Dava Açan Tarafın Tahkim İtirazının Sonuçları (İstanbul BAM 15. HD, 2023/1054 E. 2025/185 K., 04.03.2025)
İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 15. Hukuk Dairesi, 04.03.2025 tarihli kararında, bir mobil uygulama sözleşmesinde yer alan tahkim şartına rağmen genel mahkemelerde dava açan tarafın, aynı sözleşme uyarınca kendisine karşı açılan başka bir davada tahkim itirazını ileri süremeyeceğine karar vermiştir.
Karara konu olayda, sözleşmeye dayalı bir talep için genel mahkemelerde dava açan taraf, açılan davanın davalısı tarafından açılmış olan ve nihayetinde ilk dava ile birleştirilen davada tahkim itirazı ileri sürmüştür. Birleşen davada ilk derece mahkemesi tarafından tahkim itirazı nedeniyle dava usulden reddedilmişse de, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 15. Hukuk Dairesi, tahkim şartına rağmen davasını genel mahkemelerde ikame eden tarafın birleşen davada tahkim itirazının dinlenemeyeceğine karar vermiştir.
Dairenin gerekçesinde, sözleşmenin tarafı olan davalının, başka bir uyuşmazlıkta tahkim şartına rağmen genel mahkemede dava açmış olması nedeniyle tahkim şartının uygulanması olanağını ortadan kaldırdığı açıkça ifade edilmiştir. Bu nedenle, tahkim itirazı kabul edilmemiştir.
Tacir Sıfatı Bulunmayan Kişi Hakkında Verilen Yabancı İflas Kararının Tanınmasında Kamu Düzenine Aykırılık (İstanbul BAM 45. HD, 2025/15 E. 2025/103 K., 05.02.2025)
Karara konu olayda, davacı hakkında Rusya Federasyonu Moskova Tahkim Mahkemesi tarafından verilen iflas kararının Türkiye’de tanınması talep edilmiştir. Davacı, bu tanıma yoluyla kendisi hakkında başlatılmış olan ilamlı icra takibinin düşmesini ve tasarrufun iptali davasının konusuz kalmasını amaçlamaktadır.
İlk derece mahkemesi, davacının iflas kararının kesinleştiği 14.04.2018 tarihi itibarıyla TTK anlamında tacir olmadığını, Türk hukukunda ise yalnızca tacir gerçek kişiler hakkında iflas kararı verilebildiğini belirterek, yabancı mahkeme kararının tanınmasının kamu düzenine aykırı olacağı gerekçesiyle davayı reddetmiştir.
İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 45. Hukuk Dairesi de bu gerekçeleri isabetli bularak istinaf başvurusunu esastan reddetmiştir. Kararda, tanıma kararının MÖHUK m. 59 uyarınca geriye etkili sonuç doğuracağı vurgulanarak, kişinin iflas kararının kesinleştiği anda tacir olup olmadığının esas alınması gerektiği belirtilmiştir. Davacının ticaret siciline 20.03.2019 tarihinde kaydolduğu, ancak bu tarihin kararın kesinleşmesinden sonraya denk geldiği tespit edilmiştir.
Mahkeme ayrıca, davacının tanıma davasını kötüye kullanarak alacaklıların haklarını bertaraf etme girişimini “kanuna karşı hile” olarak değerlendirmiş ve bunun Türk kamu düzenine aykırı sonuçlar doğuracağına dikkat çekmiştir. Bu bağlamda, alacaklıların mülkiyet hakkı ve hak arama özgürlüğünün zarara uğrayabileceği belirtilmiş; Anayasa’nın 35. maddesine atıfla bu hakların güvence altında olduğu hatırlatılmıştır.
Sonuç olarak, Türk hukukunda iflasa tabi olmayan bir gerçek kişi hakkında yabancı mahkemeden alınan iflas kararının tanınmasının hukuken mümkün olmadığı kanaatine varılmış ve istinaf başvurusu reddedilmiştir.
İngiliz Hukuku ve Yetki Sözleşmesi İçeren Sözleşmeye Dayalı Alacaklarda İflas Takibi (Ankara BAM 23. HD, 2024/1562 E. 2025/87 K., 29.01.2025)
Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 23. Hukuk Dairesi, 29.01.2025 tarihli kararında, taraflar arasında imzalanan tahvil sözleşmelerinde İngiliz hukuku uygulanacağı ve İngiliz mahkemelerinin yetkili olacağı açıkça kararlaştırılmış olduğu hâlde, davacının doğrudan Türkiye’de iflas yoluyla takip başlatamayacağına hükmetmiştir.
Somut olayda davacı, Lüksemburg’da ihraç edilen ve 2010 ile 2015 tarihli tahvil sözleşmelerine dayanan tahvillerden kaynaklı alacağını ileri sürerek Türkiye’de doğrudan icra takibi başlatmış; takibe yapılan itiraz üzerine de iflas davası açmıştır. Davalılar, bu tahvillere ilişkin uyuşmazlıkların yalnızca İngiliz hukukuna göre ve İngiliz mahkemelerinde çözümlenmesi gerektiğini, bu nedenle Türk mahkemelerinde alacak tespiti yapılmasının mümkün olmadığını savunmuştur.
İlk derece mahkemesi, iflas hukukunun kamu düzenine ilişkin olduğunu belirterek davalıların yetki itirazını reddetmiş ve davanın esasına girerek tahvil sahipliğinin ispat edilemediği gerekçesiyle davayı da reddetmiştir.
Ancak Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 23. Hukuk Dairesi, söz konusu tahvil sözleşmelerinde yargı yeri ve uygulanacak hukuk konusunda yapılan açık düzenlemelerin tahvil sahipleri için de bağlayıcı olduğunu, bu durumda davacının önce İngiliz mahkemelerinden alacak tespit kararı alması gerektiğini belirterek, ilk derece mahkemesinin gerekçesini düzelterek davayı reddetmiştir.
Yüksek Enflasyonist Dönemlerde Munzam Zarar Hesaplamaları (Yargıtay 6. HD, 2024/3534 E. 2025/15 K., 13.01.2025)
Yargıtay 6. Hukuk Dairesi, 13.01.2025 tarihli kararında, temerrüde düşen borçludan talep edilen munzam zararın (temerrüt faizini aşan zarar) ispatı bakımından önemli bir karar vermiştir.
Uyuşmazlık, davacının elindeki senede bağlı alacağının geç tahsil edilmesi nedeniyle uğradığını ileri sürdüğü munzam zararın tazmini isteminden kaynaklanmıştır. İlk derece ve istinaf mahkemeleri, davacının somut zararlarını ortaya koyamadığı gerekçesiyle davayı reddetmiş; Yargıtay ise bu kararı bozarak munzam zararın yalnızca somut delillerle değil, soyut yöntem kullanılarak genel ekonomik durum ve fiilî karinelerle de ispat edilebileceğini kabul etmiştir.
Kararda özellikle Türkiye’de yaşanan yüksek ve sürekli enflasyon ortamında, paranın değer kaybının herkesçe bilinen bir olgu olduğu, dolayısıyla alacaklının zararının varlığının ispatı için detaylı bir zarar dökümüne gerek olmadığı vurgulanmıştır. Yargıtay, yüksek enflasyonist dönemlerde paranın atıl şekilde tutulmayacağı ve bireyin bu parayla vadeli mevduat, döviz, altın veya benzeri yatırım araçlarıyla gelir elde edebileceğinin hayatın olağan akışına uygun kabul edilmesi gerektiğini belirtmiştir. Bu tür kabul ve varsayımların “soyut ispat yöntemi” olarak zarar iddiasını destekleyebileceği ortaya konmuştur.
Karar, 6. Hukuk Dairesi’nin enflasyonist ortamda alacağına zamanında kavuşamayan alacaklıların korunmasına yönelik olup; ifada gecikme hallerinde munzam zarara yönelik ispat yükünün değerlendirilmesinde önemli bir yaklaşımı ortaya koymaktadır.
Limited Şirketlerde Önemli Miktarda Şirket Varlığının Devrinde Genel Kurul Kararı Gerekliliği (Yargıtay HGK, 2023/11-976 E. 2025/98 K., 05.03.2025)
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 05.03.2025 tarihli kararında, limited şirketlerde şirketin faaliyetini fiilen sona erdirecek düzeydeki malvarlığı devrinin yalnızca müdür tarafından değil, mutlaka genel kurul kararıyla yapılması gerektiğine hükmetmiştir.
Karara konu olayda, bir limited şirketin tüm taşınmazları, şirket müdürü tarafından üçüncü bir kişiye devredilmiştir. Davacı ortaklar tarafından açılan, söz konusu devirlerin yokluğunun tespiti ve iptali talepli davada ilk derece ve istinaf mahkemeleri, müdürün devirleri gerçekleştirmeye yetkili olduğu gerekçesiyle davayı reddetmişse de, Hukuk Genel Kurulu aksi yönde değerlendirme yapmıştır.
Hukuk Genel Kurulu, her ne kadar limited şirketler için anonim şirketlerde olduğu gibi önemli miktarda malvarlığının toptan satışı için genel kurul kararı aranmasa da, şirketin tüm taşınmazlarının devrinin tasfiye benzeri sonuç doğurduğunu ve bu tür önemli miktarda varlığı konu alan işlemlerin tasfiye hükümlerini düzenleyen 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun (TTK) 583. maddesinin ikinci fıkrasına atıfla genel kurulun münhasır yetkisinde olduğunu vurgulamıştır. Müdürlerin bu işlemleri tek başına yapamayacağı, genel kurul kararı alınmaksızın gerçekleştirilen uyuşmazlığa konu önemli miktarda devir işlemlerinin yok hükmünde sayılması gerektiği ifade edilmiştir.
Bu karar, limited şirketler bakımından müdürlerin temsil yetkisine şirketlerin malvarlığının korunması amacıyla bir sınır getirmekte ve önemli miktarda malvarlığı satışını genel kurul kararına bağlamaktadır.
Yabancı Unsurlu Uyuşmazlıklarda Uygulanan Zamanaşımının Kamu Düzeninden Olmadığı (Yargıtay 9. HD, 2024/14273 E. 2025/6 K., 06.01.2025)
Yargıtay 9. Hukuk Dairesi, 06.01.2025 tarihli kararı ile, yabancı unsurlu iş sözleşmelerinden doğan alacak taleplerinde uygulanacak zamanaşımı sürelerinin Türk kamu düzenini ihlal edip etmediğini değerlendirmiştir.
Karara konu olayda davacı işçi, Rusya ve Belarus’taki şantiyelerde davalı Türk şirketleri adına çalıştığını ileri sürerek çeşitli işçilik alacaklarını talep etmiş; davalılar ise zamanaşımı def’inde bulunarak söz konusu taleplerin reddini istemiştir. İlk derece mahkemesi, taraflar arasında imzalanan yabancı hukuk seçimini içeren sözleşmelere dayanarak Rus ve Belarus hukukundaki 3 aylık zamanaşımı sürelerinin uygulanması gerektiğine hükmetmiş, istinaf mahkemesi de benzer şekilde karar vermiştir.
Yargıtay 9. Hukuk Dairesi, 5718 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun’un (MÖHUK) 2. ve 8. maddeleri uyarınca, zamanaşımının maddi hukuka tabi olduğunu ve iş sözleşmesinin tabi olduğu yabancı hukuk uyarınca değerlendirilmesi gerektiğini belirtmiştir.
Yargıtay, zamanaşımı süresinin kısa olmasının tek başına kamu düzenine aykırı sayılamayacağını, Türk hukukunda da daha kısa sürelerin bulunduğunu ve bu sürelere ilişkin uygulamaların Anayasa’ya aykırı görülmediğini vurgulamıştır. Bu çerçevede, yabancı hukukta yer alan üç aylık zamanaşımı sürelerinin kamu düzenini ihlal etmediği ve uygulanmasında bir engel bulunmadığı kanaatine varılmıştır.
Bu karar, yabancı unsurlu sözleşmelerinde uygulanacak hukuk kapsamında zamanaşımı sürelerinin değerlendirilmesinde Yargıtay’ın güncel yaklaşımını ortaya koymakta ve söz konusu sürelerin, istisnai durumlar haricinde kamu düzenine aykırı olarak değerlendirilmeyeceğini ortaya koymaktadır.
Yabancı Mahkeme Tarafından Posta ile Yapılan Tebligatın Kararın Tenfizine Etkisi (Antalya BAM 11. HD, 2021/2926 E. 2025/100 K., 18.02.2025; Ankara BAM 20. HD, 2025/258 E. 2025/239 K., 07.02.2025)
Antalya Bölge Adliye Mahkemesi 11. Hukuk Dairesi, 18.02.2025 tarihli kararında, Rusya Federasyonu Moskova Şehir Tahkim Mahkemesi tarafından verilen bir yabancı mahkeme kararının Türkiye’de tenfizi talebini değerlendirmiştir.
Somut olayda, davacı şirket, Moskova Mahkemesi’nin 11.06.2020 tarihli ve 14.07.2020 tarihinde kesinleştiği belirtilen kararının Türkiye’de tenfizini istemiştir. İlk derece mahkemesi ise, söz konusu kararın davalıya usulüne uygun tebliğ edilmediği, dava dilekçesi ve duruşma gününün doğrudan postayla gönderildiği ve hatta duruşma tarihinden sonra davalının eline geçtiği, bu doğrultuda davalının savunma hakkının kısıtlandığını belirterek durumun MÖHUK m. 54 f. 1(ç) kapsamında kamu düzenine aykırılık teşkil ettiği gerekçesiyle tenfiz talebini reddetmiştir.
Davacı vekili, kararın Rus hukukuna göre tebliğ edilmeden kesinleşebildiğini, dolayısıyla ilk derece mahkemesinin kararının hatalı olduğunu ileri sürerek istinaf başvurusunda bulunmuştur. Antalya Bölge Adliye Mahkemesi, istinaf incelemesi sonucunda ilk derece mahkemesinin değerlendirmesini haklı bularak tenfizi talep edilen mahkeme kararının usulüne uygun olarak kesinleşmediği ve bu nedenle tenfizinin Türk kamu düzenine aykırılık taşıyacağı kanaatine varılmıştır.
Benzer bir durum Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesinin istinaf yoluyla incelediği başka bir yargılamaya da konu olmuştur. Karara konu olayda, Azerbaycan Bakü 1. İdari-İktisat Mahkemesi tarafından verilen bir tazminat kararının Türkiye’de tenfizi talep edilmiş; ilk derece mahkemesi, davalıya yapılan tebligatın geçerliliğini kabul ederek tenfiz kararı vermiştir.
Ancak davalı vekili, tebligatın 1965 tarihli Lahey Sözleşmesi’nin 10. maddesine aykırı olarak doğrudan posta yoluyla yapıldığını, oysa bu maddeye Türkiye tarafından doğrudan posta yoluyla yapılan tebligatların kabul edilmeyeceğine ilişkin açık bir çekince konulduğunu ileri sürmüştür.
Bu çekince uyarınca Türkiye’de bulunan kişilere yapılacak tebligatın Lahey Sözleşmesi üzerinde yalnızca Adalet Bakanlığı (merkezi makam) aracılığıyla yapılması gerekmekte olup, doğrudan posta yoluyla yapılan tebligatlar usulüne uygun sayılmamaktadır. İstinaf mahkemesi, bu yöntemin hem Lahey Sözleşmesi’ne hem de iç hukuka aykırı olduğu sonucuna vararak, savunma hakkının ihlal edildiğini ve MÖHUK m. 54 f. 1(ç) anlamında tenfiz şartlarının oluşmadığını tespit etmiştir. Bu nedenle, ilk derece mahkemesinin kabul yönündeki kararını kaldırmış ve davanın reddine hükmetmiştir.
Her iki karar da, yabancı mahkeme nezdindeki yargılamalarda tebligatın doğrudan postayla yapılması halinde ilgili yargılama sonucunda verilecek kararın tenfizinin reddedilebileceğini hatırlatması bakımından önemlidir.
İŞ HUKUKU UYUŞMAZLIKLARI
Yerleşik İçtihada Güvenerek Dava Açan Davacı Aleyhine Yargılama Gideri ve Vekâlet Ücretine Hükmedilemeyeceğine Karar Verildi (Yargıtay 9. HD, 2024/14039 E. 2025/1420 K., 12.02.2025)
Yargıtay 9. Hukuk Dairesi, yurt dışında çalışan bir işçinin işçilik alacaklarına ilişkin açtığı davada yargılama giderleri ve vekâlet ücretinden sorumluluğa ilişkin önemli bir karar vermiştir. Olayda, davacı işçi, davalı şirketin Gürcistan’daki şantiyesinde çalıştığı döneme ilişkin kıdem, ihbar, fazla çalışma ve tatil ücretleri gibi işçilik alacaklarını talep etmiştir. Davalı şirket ise zamanaşımı ve husumet itirazında bulunmuş; ayrıca, uyuşmazlığa Gürcistan hukukunun uygulanması gerektiğini ileri sürmüştür. İlk derece mahkemesi, Türk hukukunun uygulanacağına karar vererek davacının taleplerini kabul etmiştir. Ancak istinaf başvurusu üzerine, Ankara Bölge Adliye Mahkemesi, Gürcistan hukukunun uygulanması gerektiği ve bu hukuk uyarınca alacakların 3 yıllık zamanaşımına tabi olduğu gerekçesiyle davayı reddetmiştir.
Bununla birlikte, Ankara Bölge Adliye Mahkemesi, davacının Yargıtay’ın önceki içtihatlarına güvenerek Türk hukukunun uygulanacağı beklentisiyle dava açtığını dikkate alarak, davası reddedilse dahi davacı aleyhine yargılama gideri ve vekâlet ücreti yüklenemeyeceğine hükmetmiştir. Yargıtay 9. Hukuk Dairesi de bu kararı onamıştır.
Yabancı hukukun uygulanması nedeniyle dava reddedilse dahi, davacı yerleşik içtihada güvenerek hareket etmişse yargılama gideri ve vekâlet ücreti ödemek zorunda kalmayacaktır. Bu karar, özellikle yabancı unsurlu işçilik davalarında davacıların korunması açısından emsal teşkil etmektedir.
Yargıtay, Yıllık İzin Ücretinin Peşin Ödenmemesinin İşçi İçin Haklı Fesih Sebebi Teşkil Ettiğine Hükmetti (Yargıtay 9. HD, 2025/2024 E. 2025/2487 K., 10.03.2025)
Yargıtay 9. Hukuk Dairesi, 4857 sayılı İş Kanunu’nun 57. ve 103. maddeleri ile Yıllık Ücretli İzin Yönetmeliği m. 21 f. 2 kapsamında, yıllık izin dönemine ilişkin ücretin işçiye izne çıkmadan önce peşin ya da avans olarak ödenmesinin işverenin yasal yükümlülüğü olduğuna karar vermiştir. Karara konu olayda, davacı işçi, yıllık izne ayrılırken izin ücretinin peşin ödenmemesi nedeniyle iş akdini haklı nedenle feshetmiş ve kıdem tazminatı talebinde bulunmuştur. Yargıtay, işverenin bu yükümlülüğe aykırı davranmasının işçi açısından haklı fesih sebebi oluşturduğuna ve işçiye kıdem tazminatı ödenmesi gerektiğine hükmetmiştir.
Kararda ayrıca, izin dönemine ilişkin ücretin izne başlamadan evvel peşin veya avans olarak ödenmesinin emredici nitelikte olduğu ve işçinin bu konuda ayrıca talepte bulunmasına gerek olmadığı vurgulanmıştır.
Bu kapsamda, işverenler, işçilerin yıllık izin ücretlerini izne çıkmadan önce peşin veya avans olarak ödemekle yükümlüdür. İşverenin bu yükümlülüğe aykırı hareket etmesi, işçi yönünden haklı fesih nedeni teşkil etmekte ve kıdem tazminatı hakkı doğurmaktadır. Karar, yıllık izin uygulamaları bakımından emsal teşkil etmektedir.
Asıl – Alt İşveren Arasında Düzenlenen Sözleşme Hükümlerinin Önemine Dair Karar (Adana BAM 9. HD, 2022/357 E. 2025/583 K., 09.04.2025)
Adana Bölge Adliye Mahkemesi yakın tarihli bir kararında, hizmet alım sözleşmeleri kapsamında asıl işveren ile alt işverenler arasında rücuen tazminat sorumluluğunun paylaşımına ilişkin önemli açıklamalar getirmiştir. Karar, birden fazla şirket ve eski bir işçi arasında, iş akdinin sona ermesi sonrası ödenen kıdem tazminatı ve diğer işçilik alacaklarının hangi işveren veya alt işveren tarafından karşılanacağına odaklanmaktadır.
Uyuşmazlık, asıl işveren (Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü) tarafından eski bir işçiye ödenen kıdem tazminatı ve diğer işçilik alacaklarının, işçinin farklı dönemlerde çalıştığı alt işverenlerden rücuen tahsili talebiyle ortaya çıkmıştır. Adana Bölge Adliye Mahkemesi istinaf incelemesinde; taraflar arasındaki sözleşme ilişkilerini, sorumluluğun paylaşımını ve rücu taleplerinin hukuki dayanağını incelemiştir.
Adana Bölge Adliye Mahkemesi, asıl işveren ile alt işverenlerin işçiye karşı işçilik alacaklarından müteselsilen sorumlu olduğunu, ancak aralarındaki iç ilişkide (rücuen) sorumluluğun öncelikle hizmet alım sözleşmesinin hükümlerine göre belirleneceğini vurgulamıştır. Sözleşmede işçilik alacaklarından kimin ne oranda sorumlu olacağına dair açık bir hüküm yoksa asıl işverenin işçiye ödediği tutarı, işçinin ilgili alt işveren nezdinde çalıştığı dönemle sınırlı olmak üzere rücuen talep edebileceği belirtilmiştir.
Alt işverenler, yalnızca işçinin kendi bünyelerinde çalıştığı döneme ilişkin işçilik alacaklarından (örneğin kıdem tazminatı, fazla mesai, ücret alacağı) sorumlu tutulabilir. Mahkeme, farklı alacak türleri arasında ayrım yapmıştır:
- Kıdem Tazminatı: Her alt işveren, işçinin kendi yanında çalıştığı süreye tekabül eden kıdem tazminatından sorumludur.
- Yıllık İzin ve İhbar Tazminatı: Bu alacaklardan son alt işveren sorumludur; zira bu haklar iş akdinin sona ermesiyle doğar.
- Diğer Alacaklar (Fazla Mesai, Ücret Alacağı vb. ): Sorumluluk, işçinin ilgili alt işveren yanında çalıştığı dönemle sınırlıdır.
Bu karar, hizmet alım ve alt işverenlik ilişkilerinde işçilik alacaklarının iç ilişkide nasıl paylaştırılacağına dair önemli bir yol haritası sunmaktadır. Hem asıl işverenlerin hem de alt işverenlerin, sözleşmelerini ve iç uygulamalarını bu ilkelere uygun şekilde gözden geçirmeleri, ileride doğabilecek hukuki riskleri azaltacaktır.
TÜKETİCİ HUKUKU UYUŞMAZLIKLARI
Yargıtay 3. Hukuk Dairesi Haksız Fiilden Kaynaklanan Uyuşmazlıklarda Tüketici Hakem Heyetlerinin Görevli Olmadığına Hükmetti (Yargıtay 3. HD, 2024/3918 E. 2025/1264 K., 03.03.2025)
Yargıtay 3. Hukuk Dairesi, mal ve hizmet alımına dayanmayan ve tamamen haksız fiilden kaynaklanan uyuşmazlıklarda Tüketici Hakem Heyetlerinin görevli olmadığına ilişkin önemli bir içtihat oluşturmuştur. Söz konusu karara konu olayda, idare tarafından gerçekleştirilen yol çalışması sırasında bir aracın zarar görmesi nedeniyle uğranılan zararın tazmini amacıyla başvurulan Tüketici Hakem Heyeti, başvurucu lehine tazminata hükmetmiş ve bu karar ilk derece Tüketici Mahkemesi tarafından onanmıştır. Ancak, Adalet Bakanlığı’nın kanun yararına temyiz talebi üzerine dosya Yargıtay’a taşınmıştır.
Yargıtay 3. Hukuk Dairesi, uyuşmazlığın haksız fiilden kaynaklanması, taraflar arasında mal veya hizmet satışına ilişkin herhangi bir hukuki işlemin bulunmaması ve davalının tüketici sıfatı taşımaması gerekçeleriyle, Tüketici Hakem Heyetinin bu tür uyuşmazlıklarda görevli olmadığına hükmetmiştir. Kararda ayrıca, davacının mesleki veya ticari amaçlarla hareket etmemesi de dikkate alınmış; buna rağmen taraflar arasında tüketici işlemi niteliğinde bir hukuki ilişki bulunmadığı vurgulanmıştır.
Bu karar, haksız fiil temelli uyuşmazlıklarda hangi yargı merciinin görevli olduğunun tespiti bakımından son derece yol gösterici olup tüketici hakem heyetlerinin görev alanının sınırlarını net bir şekilde ortaya koymaktadır. Özellikle idare veya üçüncü kişiler tarafından gerçekleştirilen eylemler sonucu ortaya çıkan zararların tazmini taleplerinde, uyuşmazlığın tüketici işlemi kapsamında değerlendirilip değerlendirilemeyeceği hususunda uygulayıcılara önemli bir rehberlik sağlamaktadır.
İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi, Mesafeli Satış Sözleşmesi Kapsamında Şirket Kullanımı için Yapılan Satın Alıma Dair Uyuşmazlıkta Görevli Mahkemenin Asliye Hukuk Mahkemeleri Olduğuna Hükmetti (İstanbul BAM 43. HD, 2025/437 E. 2025/464 K., 10.4.2025)
İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 43. Hukuk Dairesi, çalıştığı şirketin işlerinde kullanılmak üzere mesafeli satım sözleşmesi kapsamında telefon satın alan gerçek kişi davacının tüketici sıfatı taşıyıp taşımadığı ve görevli mahkemenin tespiti hususlarında önemli açıklamalar içeren bir karar tesis etmiştir.
Karara konu olayda davacı, satın aldığı telefonların teslim edilmemesi nedeniyle ödediği bedelin iadesi talebiyle tüketici mahkemesi nezdinde dava ikame etmiştir. Ancak mahkeme, davacının satım sözleşmesini kişisel ihtiyacı için yapmadığı, dolayısıyla kanunun aradığı anlamda tüketici sayılmayacağı ve işlemin tüketici işlemi sayılamayacağı gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiştir. Dosya, bu kararın kesinleşmesi üzerine asliye ticaret mahkemesine gönderilmiş; burada ise ödemenin dava dışı şirkete ait kredi kartından yapılmış olması ve ürünlerin şirketin ihtiyaçları için alınmış olması nedeniyle davacının aktif husumetinin bulunmadığı gerekçesiyle dava reddedilmiştir.
İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi, istinaf incelemesinde, davaya konu satış işleminin tüketici işlemi olmadığı gibi, TTK kapsamındaki mutlak veya nispi ticari davalar arasında da yer almadığını ayrıca davacının da tacir olmadığını tespit etmiştir. Mahkeme, taraflar arasında kurulan sözleşmenin satım sözleşmesi niteliğinde olduğunu ancak bu sözleşmenin TTK’da düzenlenen ticari davalar kapsamında değerlendirilemeyeceğini zira her iki tarafın da tacir olmadığı ve işlemin ticari işletmelerle ilgili bulunmadığını vurgulamıştır. Bu nedenle, uyuşmazlığın çözümünde genel görevli mahkeme olan asliye hukuk mahkemelerinin yetkili olduğuna hükmetmiştir.
Karar, tüketici ve ticari dava ayrımında görevli mahkemenin tespiti bakımından yol gösterici ve emsal nitelikte bir içtihat oluşturmuştur.
Yargıtay 3. Hukuk Dairesi, Paket Tur Sözleşmelerinin İptali Halinde İade Bedelinin Dava Tarihindeki Kur Üzerinden Talep Edilebileceğine Hükmetti (Yargıtay 3. HD, 2025/590 E. K. 2025/1899, 07.04.2025)
Yargıtay 3. Hukuk Dairesi, paket tur sözleşmesinin sağlık nedeniyle iptal edilmesi ve ücret iadesi talep edilmesi halinde, yabancı para cinsinden ödenen bedelin hangi kur üzerinden iade edileceğine ilişkin önemli bir karar vermiştir. Somut olayda, davacı tüketici, paket turun satış bedelinin dava tarihindeki Merkez Bankası efektif döviz satış kuru üzerinden Türk Lirası olarak iadesini talep etmiştir. Ancak ilk derece mahkemesi, iade tutarını ödemenin yapıldığı tarihteki kur üzerinden hesaplayarak hüküm kurmuştur.
Kararın kanun yararına temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay 3. Hukuk Dairesi gerekli incelemeyi gerçekleştirmiştir. Kararda, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 99. maddesi uyarınca, yabancı para üzerinden belirlenen alacaklarda alacaklının, borcun ödenmemesi halinde alacağını aynen (yabancı para olarak) veya vade, fiili ödeme ya da dava tarihindeki kur üzerinden Türk Lirası olarak talep edebileceği seçimlik hakkına sahip olduğu vurgulanmıştır. Bu kapsamda, davacının dava dilekçesinde açıkça dava tarihindeki kur üzerinden Türk Lirası talep ettiği ve bu seçimlik hakkını kullandığına dikkat çekilmiştir.
Yargıtay, ilk derece mahkemesinin, davacının bu açık talebine rağmen iade tutarını ödemenin yapıldığı tarihteki kur üzerinden hesaplamasını usul ve yasaya aykırı bulmuş; davacının seçimlik hakkının dikkate alınması ve iade bedelinin dava tarihindeki kur üzerinden hesaplanması gerektiğine hükmetmiştir. Bu karar, yabancı para alacaklarında alacaklının seçimlik hakkının bağlayıcılığını ve mahkemelerin kararlarında bu tercihe bağlı kalma zorunluluğunu bir kez daha ortaya koymuştur.
İDARE HUKUKU VE İDARİ YARGILAMALAR ALANINDAKİ GELİŞMELER
Anayasa Mahkemesi, İdari Yargıda Kanun Yolu Başvurusunda Hüküm Tarihinin Esas Alınmasını Anayasaya Aykırı Bularak İptal Etti (Anayasa Mahkemesi, 2025/39 E. 2025/35 K., 11.02.2025)
Anayasa Mahkemesi, İstanbul 13. İdare Mahkemesi’nin başvurusu üzerine, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun (İYUK) Ek 1. maddesinin (2) numaralı fıkrasında yer alan “ilk derece mahkemesi veya bölge idare mahkemesince nihai kararın verildiği tarihteki parasal sınır esas alınır” hükmünü, Anayasa’nın 2. ve 36. maddelerine aykırı bularak iptal etmiştir. Başvuruda, davanın açılması veya ıslahı sırasında davacının ilerleyen yıllarda belirlenecek istinaf sınırını öngöremeyeceği, yargılama süresinin uzaması halinde istinaf veya temyiz yoluna başvuru imkânının ortadan kalkabileceği ve enflasyonist ortamda yeniden değerleme oranlarının öngörülemezliğinin hukuki belirlilik ve adil yargılanma ilkelerini ihlal ettiği ileri sürülmüştür.
Anayasa Mahkemesi kararında, kanun yollarına başvuru hakkının başvuru anında öngörülebilir ve belirli olması gerektiği vurgulanmıştır. Hüküm tarihine göre belirlenen parasal sınırların, davacıların hangi kanun yollarına başvurabileceklerini önceden bilmelerini engellediği, bu durumun ise hukuki belirlilik ve adil yargılanma ilkelerine aykırı olduğu belirtilmiştir.
İptal kararının ardından, 04.06.2025 tarihli ve 7550 sayılı Kanun ile İYUK Ek-1 hükmünde değişiklik yapılarak, istinaf veya temyiz yoluna başvurulabilecek kararların belirlenmesinde “davanın açıldığı tarihteki” parasal sınırın esas alınacağı düzenlenmiştir. Söz konusu değişiklik, 04.06.2025 tarihinde yürürlüğe girmiştir.
Bu gelişme, idari yargıda kanun yolu başvurusunda öngörülebilirliğin ve hukuki güvenliğin sağlanması açısından önemli bir adım teşkil etmektedir. Davacılar, artık dava açarken hangi kanun yollarına başvurabileceklerini önceden bilecek ve yargılama sürecindeki belirsizlikler ortadan kalkacaktır.
Geçici Faaliyet Durdurma (Mühürleme) İşleminin Danıştay Tarafından İncelenmesi ve Değişen Kanuni Düzenlemenin Uygulanması (Danıştay 13. Daire, 2024/1851 E. 2025/181 K., 14.01.2025)
Akaryakıt sektöründe faaliyet gösteren davacı şirkete ait istasyon, vergi kaçakçılığı suçunun işlendiği gerekçesiyle, 5015 sayılı Petrol Piyasası Kanunu’nun 20/2-(g) maddesi uyarınca Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu (“EPDK”) tarafından mühürlenerek faaliyetleri geçici olarak durdurulmuştur. Davacı tarafından geçici tedbir işleminin iptali istemiyle açılan davanın reddine ilişkin ilk derece idare mahkemesi kararı, Bölge İdare Mahkemesi tarafından da onanmış ve kararın temyiz incelemesi Danıştay 13. Dairesi tarafından yapılmıştır.
Uyuşmazlığa dayanak teşkil eden geçici tedbir uygulamasına olanak tanıyan yasal düzenleme, Anayasa Mahkemesi’nin E.2023/35, K.2023/163 sayılı kararıyla, ölçülülük ilkesine aykırı olduğu gerekçesiyle iptal edilmiştir. Anayasa Mahkemesi kararında, geçici faaliyet durdurma tedbirinin, soruşturma ve kovuşturma aşamalarında değişen koşullara göre gözden geçirilmesine veya daha hafif tedbirlerin uygulanmasına imkân tanımayan kuralın, kişilere aşırı bir külfet yüklediği ve ölçülülük ilkesine aykırı olduğu vurgulanmıştır.
Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararı yürürlüğe girmeden önce, yasama organı 7491 sayılı Kanun ile yeni bir düzenleme yapmıştır. Bu yeni düzenlemeye göre, geçici faaliyet durdurma kararları artık ceza soruşturması veya kovuşturmanın ilerleyişine göre altı ayda bir yeniden değerlendirilecektir. Ayrıca, kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın kesinleşmesi veya mahkûmiyet dışı bir karar verilmesi (örneğin, hükmün açıklanmasının geri bırakılması) halinde, geçici faaliyet durdurma işlemi EPDK tarafından resen kaldırılacaktır.
Somut olayda, ilk derece ve bölge idare mahkemeleri, karar tarihi itibarıyla davacı hakkında kesinleşmiş bir kovuşturmaya yer olmadığı kararı ya da beraat hükmü bulunmadığı gerekçesiyle davayı reddetmiştir. Ancak, Danıştay 13. Dairesi temyiz incelemesi sırasında adli yargıdaki kovuşturma sürecine ilişkin bilgi ve belgeleri temin etmiş ve davacı hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiğini tespit etmiştir. Bu tespit doğrultusunda, Danıştay, dava konusu mühürleme işleminin hukuki dayanağının ortadan kalktığına hükmederek, davanın reddi yönündeki Bölge İdare Mahkemesi kararının bozulmasına karar vermiştir.
Danıştay’ın bu kararı, adli yargı mercileri tarafından verilen kararların idare tarafından dikkate alınmasının, Anayasa’nın 138. maddesi gereği zorunlu olduğunu; özellikle vergi suçuna ilişkin fiillerde adli yargının değerlendirmelerine idarenin uymakla yükümlü olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Ayrıca, değişen kanuni düzenlemelerin ve yargı kararlarının idari işlemlere etkisinin somut bir örneğini teşkil etmektedir.
Genel ve Özel Yetki Kuralları Uyarınca İhale İşlemlerinde Yetkili Mahkemenin Tespiti (Danıştay 13. Daire, 2024/3539 E. 2025/736 K., 13.02.2025)
Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki bir taşınmazın, 2886 sayılı Devlet İhale Kanunu’nun 51/g maddesi uyarınca pazarlık usulüyle kiralanmasına ilişkin işleme karşı açılan iptal davasında, Danıştay ilk derece idare mahkemesinin uyuşmazlığın esasına girerek verdiği hukuka uygunluk kararını usul yönünden bozmuştur. Danıştay’ın bozma kararında, yetkili mahkemenin taşınmazın bulunduğu yer mahkemesi değil, ihaleyi gerçekleştiren idarenin bulunduğu yer idare mahkemesi olması gerektiği vurgulanmıştır.
İYUK 32. ve 34. maddeleri çerçevesinde yapılan değerlendirmede, uyuşmazlığın taşınmazın fiziki varlığına veya doğrudan taşınmaz üzerindeki bir tasarrufa ilişkin olmadığı, esasen merkezi idarenin ihale işlemiyle ilgili olduğu tespit edilmiştir. Bu nedenle, taşınmazın bulunduğu yere ilişkin özel yetki kuralının uygulanamayacağı, bunun yerine İYUK madde 32 uyarınca genel yetki kuralının uygulanarak işlemi tesis eden idarenin bulunduğu yerdeki idare mahkemesinin yetkili olduğu sonucuna varılmıştır.
Söz konusu Danıştay kararı, taşınmazlarla ilgili idari işlemlerde yetki tartışmalarında genel ve özel yetki kurallarının uygulanmasına ilişkin önemli bir içtihat niteliği taşımaktadır. Kararda, İYUK’un 32. maddesi uyarınca yetkinin kamu düzeninden olduğu ve mahkemelerce re’sen gözetilmesi gerektiği açıkça belirtilmiş; yetkisiz yargı yerince esastan verilen kararların hukuka aykırı olduğu vurgulanmıştır.
Sonuç olarak, taşınmazın kiralanmasına ilişkin ihale işlemlerinde, işlemi tesis eden idarenin bulunduğu yer mahkemesinin yetkili olduğu, taşınmazın bulunduğu yere ilişkin özel yetki kuralının ise yalnızca taşınmazın fiziki varlığına veya doğrudan tasarrufuna ilişkin işlemlerde uygulanabileceği ortaya konulmuştur. Bu yaklaşım, idari yargıda yetki kurallarının somut uyuşmazlığın niteliğine göre esnek ve amaca uygun biçimde yorumlanması gerektiğini göstermektedir.
Altın Alımında Banka Tarafından Yapılan Vergi Kesintisinin İdari İşlem Niteliği ve Vergi Yargısının Yetki Alanı (Danıştay 7. Daire, 2025/1 E. 2025/119 K., 23.01.2025)
Banka aracılığıyla gerçekleştirilen altın alımlarında, bankalar tarafından uygulanan %1 oranındaki banka ve sigorta muameleleri vergisi kesintisinin iadesi talebiyle vergi mahkemesi nezdinde dava açılmıştır. İlk derece mahkemesi davayı, işlemi gerçekleştiren özel hukuk tüzel kişisi olan bankanın idari işlem tesis etme yetkisi bulunmadığı gerekçesiyle, ortada idari davaya konu olabilecek bir işlem olmadığı sonucuna vararak usulden reddetmiştir.
Ancak Danıştay, bu yaklaşımı benimsememiştir. Danıştay’a göre, banka tarafından yapılan vergi kesintisi, nihai olarak vergi dairesine beyan edilip ödendiği ölçüde, vergi idaresi tarafından yapılmış bir tahsilat işlemi olarak değerlendirilmelidir. Bu nedenle, bankanın aracı sıfatıyla yaptığı kesinti, kamu alacağının tahsili sürecinin bir parçası olup, vergi idaresinin sorumluluğunda gerçekleşen bir işlemdir. Danıştay, bu görüşünü Danıştay İçtihatları Birleştirme Kurulu’nun 2012/2 sayılı kararına da dayandırmış ve vergi idaresine intikal eden tahsilatlar bakımından, ilgililerin vergi mahkemelerinde dava açma hakkı bulunduğunu açıkça belirtmiştir.
Bu karar, idari işlemin belirlenmesinde işlemin fiilen kim tarafından yapıldığından ziyade, kamu gücünün ve kamu alacağının tahsilinin esas alınması gerektiğini ortaya koymaktadır. Böylece, vergi yargısının görev alanı, kamu alacağına ilişkin işlemler bakımından genişletilmekte ve vergi idaresine intikal eden tahsilatlarda, vergi mahkemelerinde dava açılabilmesinin önü açılmaktadır.
Sonuç olarak, Danıştay’ın bu içtihadı, bankalar aracılığıyla yapılan vergi kesintilerinin, kamu gücü kullanılarak yapılan ve vergi idaresine intikal eden işlemler olarak kabul edilmesi gerektiğini; bu tür işlemlere karşı vergi yargısında dava açılabileceğini ve idari işlemin niteliğinin, işlemin aracı tarafından değil, kamu alacağına dönüşüp dönüşmediğiyle belirlenmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Bu yaklaşım, vergi yargısının görev sınırlarının kamu alacağı odaklı olarak genişletilmesi bakımından önemli bir içtihat niteliği taşımaktadır.
AİHM Kararlarının Uygulanmasında İç Hukukta Yeniden Yargılama Her Durumda Zorunluluk Teşkil Etmemektedir (Danıştay 13. Daire, 2024/1655 E. 2025/196 K., 14.01.2025)
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarına dayalı olarak iç hukukta yeniden yargılama taleplerinin değerlendirilmesine ilişkin önemli bir içtihadi gelişme yaşanmıştır.
Yakın tarihli bir uyuşmazlıkta, davacı, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’na devredilen bir anonim şirketteki hisselerine el konulması nedeniyle uğradığını iddia ettiği zararın giderilmesi amacıyla idare mahkemesinde tam yargı davası açmıştır. Dava, süre aşımı gerekçesiyle reddedilmiş ve karar kesinleşmiştir. Davacı, iç hukuk yollarının tükenmesinin ardından AİHM’ye başvurmuş; AİHM, mülkiyet hakkı ile mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna vararak başvurucu lehine maddi ve manevi tazminata hükmetmiştir.
Bu karar sonrasında, davacı İdari Yargılama Usulü Kanunu m. 53/1-ı kapsamında yargılamanın yenilenmesi talebiyle yeniden dava açmıştır. İlk derece idare mahkemesi davayı kabul etmişse de, Danıştay 13. Dairesi, temyiz incelemesinde farklı bir değerlendirme yapmıştır. AİHM kararında hükmedilen tazminatın ihlalin giderimi açısından yeterli olduğunu belirten Danıştay, yeniden yargılamanın zorunlu olmadığına karar vermiş ve ilk derece mahkemesinin kararını bozmuştur.
Bu karar çerçevesinde, AİHM tarafından ihlalin tazminat yoluyla giderildiği durumlarda, ulusal yargılamada yeniden yargılama yapılmasının zorunlu olmadığı sonucuna varılmıştır. Danıştay’ın yaklaşımı, AİHM kararlarının otomatik olarak iç hukukta yeniden yargılamayı gerektirmediğini, ihlalin sonuçlarının uygun tazminatla da giderilebileceğini ortaya koymaktadır.
Bu içtihat, bireysel başvuru sonucunda verilen AİHM kararlarının mutlak biçimde yeniden yargılama sonucunu doğurmayabileceğini ve her somut olayda ihlalin niteliğine göre farklı usullerin uygulanabileceğini teyit etmektedir.
MEVZUATA UYUM VE SORUŞTURMALAR ALANINDA GÜNCEL GELİŞMELER
FCPA Uygulamalarında 2025 Yılı Gelişmeleri ve Türkiye’de Faaliyet Gösteren Şirketler Açısından Değerlendirme
Giriş
ABD’nin 1977 tarihli Yabancı Yolsuzluk Uygulamaları Yasası (Foreign Corrupt Practices Act – “FCPA”), Amerikan vatandaşları ve şirketlerinin yanı sıra Amerika Birleşik Devletleri ile bağlantılı faaliyetlerde bulunan yabancı şirket ve bireylerin de yabancı kamu görevlilerine rüşvet vermesini yasaklayan ve uluslararası etkisi olan bir düzenlemedir. FCPA, ABD ile iş ilişkisi olan veya Amerikan finans sistemiyle temas eden Türkiye’de mukim şirketler için de önemli hukuki riskler barındırmaktadır.
2025 Yılı FCPA Uygulamalarında Temel Değişiklikler
10 Şubat 2025 tarihinde ABD Başkanı Donald Trump tarafından imzalanan Başkanlık Emri ile FCPA’in uygulanması 180 gün süreyle durdurulmuş, bu sürenin Adalet Bakanı tarafından uygun görülmesi halinde 180 gün daha uzatılabileceği belirtilmiştir. Bu emirle birlikte, Adalet Bakanlığı’na (“DOJ”) FCPA kapsamındaki yeni soruşturma ve kovuşturmaların başlatılmasının durdurulması ve mevcut süreçlerin gözden geçirilerek Amerikan şirketlerinin uluslararası rekabet gücünü artıracak yeni politika ve uygulama yönergelerinin hazırlanması talimatı verilmiştir.
9 Haziran 2025 tarihinde DOJ tarafından yayımlanan yeni rehber ile FCPA soruşturma ve yaptırımlarına ilişkin politika ve önceliklerde köklü değişiklikler yapılmıştır. Bu yeni dönemde öne çıkan başlıca hususlar şunlardır:
1. Soruşturma ve Yaptırımlarda Öncelik Alanları
DOJ, FCPA kapsamındaki soruşturma ve yaptırımlarını, ABD şirketlerinin uluslararası rekabet gücünü doğrudan etkileyen ciddi yolsuzluk vakalarına, kritik altyapı ve organize suç/kartel bağlantılarına ve somut delillerle desteklenen büyük çaplı usulsüzlüklere odaklayacaktır. Özellikle karteller ve ulusötesi suç örgütleriyle bağlantılı yolsuzluklar, ABD’nin ulusal güvenliği ve ekonomik çıkarları açısından öncelikli olarak ele alınacaktır. Bu kapsamda, kartellerin veya suç örgütlerinin faaliyetlerini kolaylaştıran rüşvet olayları, kara para aklama mekanizmaları ve devlet yetkililerinin bu yapılarla ilişkisi özel olarak incelenecektir.
2. ABD Şirketlerinin Rekabet Gücünün Korunması
FCPA uygulamalarında, ABD şirketlerinin uluslararası pazarlarda adil rekabet imkanlarının korunması ve haksız rekabetin önlenmesi ön plana çıkarılmıştır. Yabancı şirketlerin veya bireylerin, ABD’li şirketlerin iş fırsatlarını kaybetmesine veya ekonomik zarar görmesine yol açan yolsuzluk faaliyetleri DOJ tarafından öncelikli olarak soruşturulacaktır.
3. Ulusal Güvenlik ve Kritik Sektörler
ABD’nin ulusal güvenliği açısından stratejik öneme sahip sektörlerde (örneğin kritik mineraller, limanlar, savunma, altyapı) gerçekleşen yolsuzluklar, FCPA uygulamalarında öncelikli olarak ele alınacaktır. Bu alanlarda ortaya çıkan yolsuzlukların, ABD’nin stratejik çıkarlarını ve ulusal güvenliğini tehdit ettiği vurgulanmaktadır.
4. Rutin ve Küçük Ölçekli İşlemlere Yönelik Esneklik
FCPA’in “kolaylaştırıcı ödemeler” (facilitating payment) istisnası ve makul, iyi niyetli harcamalar ile ilgili savunmalarının uygulanmasına dikkat çekilmiştir. Rutin iş uygulamaları veya düşük tutarlı, genel kabul görmüş iş nezaketi çerçevesindeki işlemlerin FCPA kapsamında öncelikli soruşturma alanı olmadığı vurgulanmıştır.
5. Uyum Programlarının Önemi ve İhlallerin Bildirimi
DOJ, şirketlerin kapsamlı ve etkin FCPA uyum programlarına sahip olmasının gerekliliğini vurgulamaktadır. potansiyel ihlallerin kendiliğinden bildirilmesi ve soruşturmalar sırasında yetkili mercilerle iş birliği yapılmasının yaptırım süreçlerinde önemli ölçüde hafifletici etkisi bulunduğu ifade edilmektedir.
Türkiye’de Faaliyet Gösteren Şirketler İçin Öneriler
ABD ile ilişkisi olan veya Amerikan finans sistemiyle temas eden Türkiye’de mukim şirketlerin, FCPA kapsamındaki yükümlülüklerini ve risklerini gözden geçirmeleri büyük önem taşımaktadır. Şirketlerin, güçlü iç kontrol mekanizmaları kurmaları, personellerini düzenli olarak eğitmeleri ve olası ihlallerin hızlı şekilde raporlanmasını sağlayacak sistemler geliştirmeleri tavsiye edilmektedir. FCPA uyum programlarının, yalnızca ABD mevzuatına değil, aynı zamanda Türk mevzuatının ilgili hükümlerine de tam uyum sağlayacak şekilde tasarlanması gerekmektedir. Örneğin, kolaylaştırıcı ödemelere dair istisnanın Türk hukukunda yer almaması gibi farklılık arz eden durumlar gözden kaçırılmamalıdır. DOJ’in öncelik verdiği alanlara (organize suç bağlantıları, kritik sektörler, büyük ölçekli yolsuzluklar) yönelik risk değerlendirmelerinin güncellenmesi ve bu alanlarda ilave önlemler alınması önerilmektedir.
Sonuç
FCPA uygulamalarında yaşanan son değişiklikler, ABD’nin yolsuzlukla mücadele yaklaşımında stratejik ve seçici bir döneme girildiğini göstermektedir. Uluslararası alanda faaliyet gösteren şirketlerin, ABD ile bağlantılı faaliyetlerinde FCPA uyum programlarını titizlikle uygulamaya devam etmeleri ve yeni risk alanlarına karşı hazırlıklı olmaları, olası yaptırım ve soruşturma risklerinin etkin yönetimi açısından kritik önemdedir.
Paylaş
İlgili kişiler
Detaylı bilgi için bizimle irtibata geçebilirsiniz.









Yasal Bilgilendirme
Bu içerik sadece bilgilendirme amaçlı olup hukuki görüş içermemektedir. İçerikteki konulara ilişkin bir sorunuz olması halinde lütfen bizi arayınız. Tüm hakları saklıdır.
İlginizi Çekebilir
27 Haziran 2025
Uzmanlaşma Anlaşmalarına İlişkin Yeni Grup Muafiyeti Tebliği Yayımlandı
Rekabet Kurumu tarafından 26 Haziran 2025 tarihli ve 32938 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Uzmanlaşma Anlaşmalarına İlişkin Grup…
23 Haziran 2025
Türk e-ticaret hukukunda son gelişmeler
6563 sayılı Elektronik Ticaretin Düzenlenmesi Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair 7416 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesini takiben…
20 Mayıs 2025
Bölge Adliye Mahkemesi Tenfiz Yargılamasında New York Sözleşmesi Uygulamasını ve Révision au Fond Yasağını Teyit Etti
Adana Bölge Adliye Mahkemesi 9. Hukuk Dairesi (“İstinaf Mahkemesi”), 21.04.2025 tarihli kararı ile hakem kararının tenfizine ilişkin…
14 Mayıs 2025
Türkiye’de Hidrojen Enerjisinin Geleceği
Hidrojen enerjisi, yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelik küresel geçişin temel unsurlarından biri olarak ortaya çıkmaktadır. Enerji…
29 Nisan 2025
Ayakta Teşhis ve Tedavi Yapılan Özel Sağlık Kuruluşları Hakkında Yönetmelik
Ayakta Teşhis ve Tedavi Yapılan Özel Sağlık Kuruluşları Hakkında Yönetmelik (“Yönetmelik”) 19 Nisan 2025 tarihli Resmi Gazete’de…
29 Nisan 2025
Bölge Adliye Mahkemesi Tenfiz Yargılaması Devam Ederken Davalı’nın Malvarlığı Üzerinde İhtiyati Haciz Uygulanabileceğini Teyit Etti
Yabancı hakem kararlarının tenfizine ilişkin yargılamalarda tenfiz kararının icrasının, eş deyişle hedeflenen maddi sonucun yargılama…